17 Ekim 2010 Pazar

dün gece...

rüyamda, bir başka rüyamın içinde, bu bir rüya dediğim ve dönüştürmeye çalıştığım üçüncü bir rüya gördüm.
nesneler kendilerinden başka ve altlarındaki nesneleri saklayan biçimlerdeydiler.
koyu bir suyun içindeydiler. turuncu deniz yosunlarının salındığı bir koltuk vardı mesela. ha koltuk da değildi bir yandan. tamamı turuncu salınımlardan oluşmuştu.
rüyama geri dönmeye çalıştım.
gördüğümün yasal rüyam olmadığı gibi bir duyguyla.
tuhaf!..

11 Ekim 2010 Pazartesi

ah benim canım!

yine görürken şaşırdığın, sabah olunca anlamı ayan beyan rüyalardan mı uyandın?
korkuların, kuşkuların, terketmeyi bilmeyen endişenin yurduna mı açıldı gözlerin?

kabulü gören ve bilen, kabulü kabul etmeyen bir türlü edemeyen içinle mi uyandın?

bir türlü içi doldurulamayan küskün ömrü, güncele bir gün daha sarmaya mı doğruluşun yataktan?
bir türlü bitmeyen, sonlanamayan, artık sondan da korktuğun yere mi?

işte zaman senin. özgürsün de için elverirse özgürlüğe. dışarıda serin sarı bir sonbahar yapraklarını yerin yüzüne yüzüne dökmede. az üşümüş bir güneş, parıltılı. ortalık sessiz, alsancak arastası yorgun mu ne? bir gün önce seni çığlık çığlık arayan eski dosta sevinememişsin, çünkü biliyorsun artık senin için düşündüklerini. tut ki haksız değil. buna bile razısın da, sen diyemiyorsun. sen benim için bunları dillendirirken bir yandan, şimdi nasıl, diyemiyorsun. tut içinde bir yorgunluk. tut ki anlamaktasın bir yandan. anlamak en büyük zulüm değil mi?

imza gününe gidiyorsun bir tanışın, ilk kitabının ilk imzası, özellikle çağrılısın üstelik. hasta falan demiyorsun canına, destek olurum diye gidiyorsun. adını anımsamıyor, öyle bir imza atıyor ki şaşıyorsun. organize işleri, itiraz ettiğin ne varsa süren işleri bir kez daha görüyorsun. içine düşmekten de kendini hala alıkoyamadığın bir yandan. üşüyorsun çok.

allahtan dostun koşarak alıp geldiği fular sarıyor üşümeni. rengi gri. bir kez daha şaşıyorsun.

bir kitaba başlıyorsun. şimdilik bir kaç kişinin okuduğu bir kitaba. sen yazmışsın, dahlin varmış gibi seviniyorsun. kadim sözcüklerini artık zihninde evirip çeviriyorsun, oradan oraya. evde unutulmuş üç adet sigaranın eşliğinde, fincanındaki kahve yavan, kokusuz. kokuları usulca yitirdiğinin de farkına varıyorsun.

derin iç çekişlerin eşliğinde bazı insanları, bazı söylemleri, kimi şımarıklıkları, eskiyi özlüyorsun. üstelik bıkkınlıkla.
sesi seyrekleşmiş insanlarını, yalnızlığın gövde kazandığı halleri bir daha anımsıyorsun, biliyorsun içselleştiği yerde.
sürekli evi topluyorsun. seni sevindiriyor bu. yaşananın, yapılanın şahidi objeler bir bir uzaklaştıkça göz önünden yalınlaşıyorsun. ama etrafın sadeleştikçe ıssızlaşıyor, bunu da biliyorsun.

sakin olmaya çalışıyorsun bu sabah, zaten içinden başka türlü bir tepkinin yükselmediğini, hatta bunun neredeyse mümkünsüz olduğunu bal gibi biliyorsun.

dillendirdiğin halin, bu satırları okuyan birinde depresyon diye niteleneceğini biliyorsun. ama sen bunun gerçeğin birinci hali olduğunu, değiştirilemez, dönüştürülemez olduğunu, hep içinin bir yanında bin yıldır taşıdığını, yapılan, denenen herşeyin bu hali aşmak adına olduğunu hissediyorsun. hayata kuşbakışı değil ta göbeğinden bakmanın acınası bakışaçısı bu.

uyandın mı ömrünün bir sombahar gününe daha?
ah benim canım!