15 Temmuz 2010 Perşembe

sınırlar silinince!


tüm kitaplar benim için yazılıyor, işte resimler heykeller orada benim gibi obez tüketicilerinin emrinde.

adamlar gece gündüz demiyor notalardan bir evren yaratıyorlar bizi de içine alan.

hele şiirler, diyecek ne var?

duygular, kalp çarpıntıları, oldum oluyorum az kaldı nidaları!

sizin de sınırlarınız siliniyor gitgide. sizin derken, özneyi dilediğimizce çeşitleyelim bir yandan.

içinize alıyorsunuz üretimi, kendi içinizle buluşturuyorsunuz.

kendinizi ötekine sunuyorsunuz, sakınımsız.

bir insanın içi nasıl tarif etmişse öyledir sanıyorsunuz.

kendi tanımlarınızı da sık sık değiştirdiğinizi unutarak.

birbirine bir zamanlar sıkı bakmış iki kalbin, omuz silken güncele teslimine şaşırıyorsunuz.

arada şeffaflaşan buzdan heykellere dönüyor yüzünü tüm cümleler.

silinen sınırlara- bir vakitler- hayıflanıyorsunuz.

sizi öfkeye yükselten duyguya ayrıca öfkeleniyorsunuz.

az önce karaladığım iki dizeye bile!

orda burda soyundum
ince hüzün giyindim!

Düzyazı Bahçesi

Tansu eliyle Bergama'da bir köy mezarına

"SUYA ses olmaya gidiyorum ben" diyor uçurum. Müsaade istiyor, ediyoruz, kalkıyor. Yer değiştiriyor sessizce. Sesli büyüyen bir bitki gibi en küçük oğlu- okalıyor. Ağırbaşlı, cin bardağı ılınmış elinde. Oksijen tüpüyle kavga eden bir astımlı geçiyor önümüzden, tam oğlanın hikayeye girdiği yerden. Kayıklar var, arkadan vurulmuş yüzüstü yatan, birinin üstünde altın horoz, altında damarları henüz üstünde sıcacık bir gece iskeleti. İskeletin içinde mavi bir gözü açık ayyaş, uzak akraba. İyi ki asmalar her duvarın yanında iyilik gibi, kavaklar var sevdiğimiz her görüntünün gerisinde, söğütler var dünyada, ve aralarında dünyalı olmayan bir ağaç:Atası ot. Ötesi et.
İlhan Durusel/ Süslü Nesir

Sözün iyisi yedeğimizdir.
Görünce, keşfedince, okuyunca üstelik paylaşmadan olmaz dedim.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

yetinmek sevindirir-di!




şu kalıp işi kimi ne ilgilendiriyorsa, takmışım kafayı bir kez, yazıp duruyorum.


merak denilen çalı kuşu bir kere yapışınca insanın yakasına, arkası da geliyor işte. yani sen kalıptan başka birşey yapmayacak mısın dedi heykel hocam ve yeni arkadaşım Gülcan. biraz alınıyor gibi geldi bana. ayartılmaya hazır bünyem dillendi birden.


aslında elimi çamura sokmak istiyorum, deyiverdim!


çamur kardık, çaktığımız kaideye yükledik.


yaptığım ya da yapmak istediğim bir büst. serbest ve özgün çalışıyorum ilk işimde. öneri ve bilgilendirme yok. öyle anlaştık.


şimdilik Sezar'dan Brutus'a oradan aşk-ı Memnu'nun ilk versiyonundaki Beşir'e dek gidip geliyor.


koluma yatırıp eve getiresim var.


yetinmek sevindirir- di, eskiden, çok eskiden!


9 Temmuz 2010 Cuma

başla ve yürü git!




bu koca kışın kazancı hayatımıza, yeni edindiğimiz bir meslektir. adına mask imalatı denmektedir. kime ne faydası var, ne işe yarar derseniz kendimiz de dahil pek bir meraklısı olduğu işin işine girdikçe tespit edilmiştir.


etrafına döktüğümüz telafat malzemenin dışında yüzler kalıpyardan bizzat kendimizce dökülmektedir.


lakin kalıbın kendini elde etmek bu yılın müşgülü olmuştur.


peki ardı arkası bırakılmış mıdır?


elbet hayır. ardına düştüğümüz her işi en basitinden de olsa becerme alışkanlığımız bu kez de işi kotarmıştır.


heykel kursunda silikondan latekse bin türlü fena kokulu malzemeyle kalıplarımız elde edilmiş, kullanıma hazır hale getirilmiştir.


artık hayatın reddettiğimiz kalıplarına inat BEŞ adet kalıp emrimizdedir.


ilgililerin ilgisine sunulur!

6 Temmuz 2010 Salı

vavien


Bizde de kara film yapılır, sonunun mutlu bitmesi topraklarımızın biteviye mutsuzluğudur belki.

Bizim de yönetmen biraderlerimiz var, Taylan ve Durul.

Avrupa yakasının saçma karakteri Burhan, Engin Günaydın ilk senaryosunda bizi böyle şaşırtabilir.

Atilla Özdemiroğlu yaptıysa müzikleri, biliyorsunuz, seyretmekten öte dinlenir.

Binnur Kaya oyunculukta yıldız koparabilir.

Settar Tanrıöven ve İlker Aksum diziler arasında gezinirken tespit ettiklerimdendir, yardımcı diye nitelenen işlerinde hep rol çalarlar başrolden.

Serra Yılmaz paytak yürüyüşü, pek de farklılaşmayan mimikleriyle içine içine konuşur insanın, Ferzan Özpetek filmlerinden sevgilimizdir.

Tokat Erbalı arkadaşım vardır, heyecanına tanık olunur seyredince.

Işık, biraz da karanlık işte, seyredilir sevilir.

Öyle karanlık üçlemeleriyle de işimiz olmaz!

kendime mi dedim, ne dedim?

* ölümden korkan bir arkadaşıma,-üstelik geride kalacak olana yanan- yok canım olur mu, ışık enerji falan dedim; o, ne yani ruh mu dedi, olur mu nane ruhu mu tuz ruhu mu falan dedim.
*çok sık ben çok sıkıldım dedim.
* ara ara galiba o kadar da sıkılmıyorum, ne dersin diye kendime dedim.
* artık sussam, hiç konuşmasam dedim.
* içim kötü ağlasam açılırım dedim, çok az ağladım, sonra ağlayamadım.
* neden böyle hissettiğimi bilmiyorum dedim çokça.
*neden kötü hissettiğimi hissettiğimde, biraz rahatladım.
*rahatlamak o kadar da kolay değilmiş dedim uyanınca.
*bu depresyon kalıcı sanırım, prof. yardım alsam mı dedim, kendime.
*prof. lar bize düşünce vazgeç dedim, kendime.
*bazı insanlarım bana iyi geliyor dedim, bunu da kendime dedim.
* yanılmamışım , aileyi de onların içine kattım el çabukluğuyla, yanılmamışım dedim.
* hisarönü ve abacıoğlunun kahve kokusu (üstelik iki renklisi) iyi gelir dedim, geldi.
*kuşadası, yeni foça, deniz açılırım dedim, işe yaradı.
*kursa gideyim oldum, gittim de.
*kalıp döktüm, büste başladım, aferim dedim, kendime.
*yarın yazayım dedim, yarısı buharlaşmış bir dilizinde dilleneyim.
BUNLAR DA BİŞEY Mİ, BEN SON GÜNLERDE KENDİME NELER NELER DEDİM!..

bu kenti inek bastı!


Ne sanıyorsunuz İzmir'i?
Her sokakta müzik, her binada etkinlik, her meydanda konser, orda burda film gösterimi. Alsancak şenliği bitiyor, müzik festivali başlıyor. Aydın'dan roman orkestrası gelmiş gidip dinleyelim derken, havagazı'nın çim etkinlikleri kesiveriyor önümüzü.

Biz ne yapıyoruz, mümkünse gitmiyoruz.

Ayağına kadar gelmiş etkinlik bozar türk insanını.

Zaten çoğundan da haberimiz olmuyor.

Ama öyle bir sanatsal sokak çalışması var ki son günlerde, es geçmeniz olanaksız.

Elektrik parası ödemeye çıksanız ayağınıza takılıyor.

İnekler, İstanbul'dan geldiler. Birkaç yıl önce yedi tepeli kenti sanatsal kılmışlardı varlıklarıyla.

Şimdi kentimdeler işte. Herkes soruyor, bunlar ne?

Sanat desen, sırtlarında çocuklar, kuyruğunu boynuzlarını koparmaya çalışanlar. Fotoğraf çektirenler.

Sosyal proje bir yandan. Herbirinin projecisi ve sponsoru var. Hatta sanatçıları, inanmayan gidip altlarına baksın.

Çoklar, bir araya getirsen Bonanza'nın sürüsü kadar vardır.

İki tanesini tek geçerim. (nasıl olacaksa)

Biri fotoğrafta gördüğünüz, adı Smirmööö! Şarap sunuyor ki İzmir'e yakışır.

İkincisi bir başka yazıya, neden, çünkü fotoğraflamadım henüz, ve görmemiş olana göstermezsem hepimize yazıktır.