28 Ocak 2011 Cuma

hoşgeldin bebek!

aileye üç yeni bebek katıldı geçtiğimiz yıl.
henüz ilk aylarını sürüyorlar bugünlerde.
sevilen, çok sevindiren, yüzüne bakılmaya doyulmayan güzellikler.
bu günden epeyce önce, böyle bir dünyaya çocuk getirmenin yalanlığı söylemi ilk dillenmeye başladığında ürkmüştüm biraz.
hani avrupa ülkelerindeki gibi, nüfus azalması olur, toplum iyice yaşlanır falan değildi derdim.
insanlar kendilerini nasıl olur da bu hayatı temize çeken güzelliklerden uzaklaştırırlar diye.
dünyanın hali kurulduğu zamandan beri böyleydi. yokluklar, kıtlıklar, savaşlar, zulümler her çağda , her coğrafyada süregelmişti diyordum.
sonuçta insan dediğin yaşadığı çağa tanıklık ediyor, öncesi tarih, öncesi kazananın kurgusu.
bebeklerin bağdat'da, hiroşima'da, vietnam'da, çernobil'de, maraş'da..... karşı karşıya kaldıklarından, en az üç adet ısmarlanıp yarınların eli silahlı, ağzı dini sözcüklerin arkasındaki vahşetten köpürmüş militanlara dönüştürülme hayalinden, bir ev ötemde bile nelere maruz kalabilecekleri korkumdan, böyle bir coğrafyada  açlıktan ölmüş bebek haberlerinden yorgunum.
kapitalizmin (tüm belasından öte) bebekler üzerindeki acımasız vandallığından,
artık çok korkuyorum!

ey özgürlük!

düşünce dediğin uçuşkan bir şeydir. bulaşıcı üstelik.
bu kavramı yedekçi olarak taşıyanları ortalıkta, açıkta bırakmaya gelmez.
hele iktidarlara karşı duruşunuz varsa; göz altında olmalı, dinlenmeli, komplo teorileriyle karşı karşıya bırakılmalısınız.
iktidar yanlıları, boyunlarında asılı milyonlarca yaftayla , elinde silah, cebinde bombayla ortalıkta dolaşırken hem de.
düşünce tehlikeli "bi şey"dir.
okuma yazma oranı istatistiklerde yükselirken, eskinin ortaokul muadili şimdinin ilköğretim mezunları artarken, ve bunların okuma yazma, sıradan güncel bilgileri bile bilme halleri azalırken bir yandan, düşünmek hele hele düşündüklerini aktarmak hatta yetinmeyip yazmak,
külliyen tehlikelidir bizim ülkemizde.
varsın üç beş kişi okusun, yine de terörist bir hamledir düşünmek.
aman ha! siz siz olun, okumayın, yazmayın!
hele düşünmek mi?
aman ha!

tıksırıncaya kadar içsinler, tek kalıncaya dek vursunlar!

Yer Alsancak, İzmirli Sanatçılar'ın "UCUBE" protestosu.
Sokak Gösterileri Tiyatrosu'nun gençleri. Biri son günlerdeki içki laf-ı güzaflarını, diğeri yenilerde soframızda önümüze koyulan silah edinme kolaylaştırma yasasını temsil ediyor. Öylece duruyorlar, bir tepki oluşana dek(gerçi bu tepki çokça kutuya atılan bozukluğa oluyor) sonra biri usulca şişeden kadehe dolduruyor, diğeri silahı arkadaşına doğrultuyor.
Birinin şişesi kadehi boş, diğerinin silahı sahte.
Ne biri içiyor, ne diğeri ateş ediyor.
Bende hayat durmuş hissini yaratıyorlar, keşke diyorum, hiç değilse bir an...

17 Ocak 2011 Pazartesi

Cinderfella

Sinemayı ihmal ettim son günlerde. Biraz da sakin ve bildiğim sularda yüzmekti istediğim. Eski filmlerin, eski tadından beslenmek. Belki anı tazelemek, belki sakinleştirmek içimi.
Komedinin keyfi çocukluğumda kalmış gibi gelir bana. Belki de çok ve güzel gülmeyi hayatımızdan çıkardığımızdan epeydir. Bunları konuşurken Umut'la, Jerry Leviss geliverdi aklıma. Ne çok güldürürdü bizi. Ama hatırlamadı oğlum, nedense filmlerinin tv lerde de hiç oynamadığını ya da benim rastlamadığımı anmsayıverdim.
Neyse sızlanmaya gerek yok, Umut sayesinde edindiğim filmi izledim akşam.
Cinderfella, Cirderella'dan yola çıkıyor. Bu kez kahramanımız Jerry'nin oynadığı fella karakteri. Cinderella'nın erkeği yani. Burada peri anne yerine peri baba var. Zaten peri baba ilk masalın da kahramanı olduğunu ama feminist kadın yazarlar yüzünden tarihteki yerinin unutturulduğunu iddia ediyor.
Bu masal yüzünden evli tüm erkeklerin acı çektiğini de. Diyor ki bir tane beyaz atlı prens vardı, o da Cinderella'yla evlendi. Ama diğer tüm kadınlar prensi beklemeyi sürdürdü. Bu yüzden çoğunun evde kaldığını, evlenenlerin de kocalarını prens olmamakla itham edip kendilerinin ah kimlere kimlere layık olduğu dırdırıyla herifleri canlarından bezdirdiğini...
Ancak bu kez masal tersine dönecektir. Bir prenses yakışıklı, zengin, zeki olmayan bir adamla evlenecektir ki tüm erkekler; bak  prenses böyle bir adamla evlendi, benim neyim eksik diye karılarından rövanşı alabilecektir.
Konu ilginç, ütopik, masalsı...
Zaten kadınların lafı da hazır- sen de onun gibisin işte, çirkin, fakir, aptal- mıdır?
Orasını da geçelim.
Çocukluğumdaki gibi gülemedim, sorun bu!