Bilenler bilir, rüyalarla başım her daim dertte olmuştur benim. Yıllar yıllar boyunca uyku imparatorluğunun sınırları içinde dönenirken, boşluğu sevemeyeşimden olacak, pek şahane rüyalarla halvete girerim. Öyle olur ki uyur uyanır görmeye devam ederim rüyalarımı. İmparatorluğun sınır taşları arasında da yani az ayılınca, işleyişini, devamını, sonunu değiştirir dururum. Yıllarca böyle süren ve her sabah bana üç film bir arada seanslarının yorgunluğunu sunan zamanlardan sonra bir kaç aydır rüyalarımın beni terk etmesini, kendilerini benden saklamalarını ise bir lanet olarak nitelediğimi fark ettim. İnsanhayvanı işte, durumdan hep bir rahatsızlık çıkarır kendine.
Çalıştım bu aralar, çok çalıştım rüyalarımın tadına yeniden varmak için. Zorladım belleğimi, neredesiniz dedim, yatmadan ve uyanınca.Şükür birkaç gündür sabahları değilse de ummadığım anlarda, birden ve parça parça açtılar kendilerini bana yine, yeniden.
Ben de gecenin içine atılan bu muhteşem parçalardan özrümü diledim. İhmal etmiştim çünkü. Korkmuştum onlardan.Yıllardır kağıtlarımın arasında uslu bütün metinler gibi iç çeken sayfalara bakmak istedim Hayatımızın orta yerinde bizi bekleyip duran bütün yarım işler gibi bekliyordu Yoran Rüyalar Kitabı'nın gariban sayfaları. Onları var edilenin yok edilmemesi gibi kendimce bir kurama sardım. Rüyalarıma gündüz rüyalarımı da eklemek istedim. Uykuda edinilmeyen, isteyerek yapılanlarla sarmal kılmak. Düşle, düşü zorlayan her türlü imkanla donatmak.
Yoran Rüyalar Kitabı, bir novella uzunluğunda olacak. Gece ve gündüz düşlerini, onların arasındaki aşkı ve nefreti anlatacak.Anlatıcısı ben olan şu ya da bu biçimde değdiğim bütün ömürlere odaklayacak kendini. Okuruna minik ışıklarla göz kırpacak. Haydi, diyecek, beraber bir düş kuralım. Birlikte bir iş çıkaralım.Birbirimizin rüyalarına, bir kuyuya ince iplerle iner gibi, ejderhaları uyandırmadan dalalım. Onlara bize ait bir uykunun dokunulmazlığını anımsatalım. Sözünü ettiğimiz uykunun kaçmak, saklanmak, susmak olmadığını söyleyelim.Biz bir hayatı böyle böyle, birlikte ömür kılalım kendimize.
Aylardır yazmadığım burada, kendime bütünlüklü bir iş çıkarmak konusunda söz veriyorum belki. Yarımlardan sıkılmış biri olarak yapıyorum bunu, yarım olana bayılan biri olarak üstelik
.İşte ilk satırlar:
Biz sarhoş olduğumuzda,
üzüm
daha yaratılmamıştı.
İbn-i Fadr
YORAN RÜYALAR KİTABI
YORAN RÜYALAR KİTABI
Sesinin kozasından
sıyrılıyor Bob Marley, parmağını sallıyor tavandan. “Sen mi yargılayacaksın
beni?”
Sesi kozadan ağan
ipliklerle sarıyor sehpayı, minik kadehleri, otu, boku. Seni, beni,
Haşmetmeabı. Bunlar tetemin çocukken Fuar’dan aldığı pamuk şekerler mi? Neden
beyaz? Annem mi, “Ah çocuğum annem” mi kloraklamış şekerleri?
1.Rüya: Önceki gün görüldü. Koyu yeşil bir denizin üstünde kaza artığı bişeyler
yüzüyordu. Gözlerimle – kapatıp- sıkı sıkı tarasam ortalığı şimdi,
gördüklerimi, tek tek sayabilirim aslında. Korkuyorum ama bütünü kaçırmaktan.
Ben o ardının deniz olduğunu aslında bilmediğim yeşil siyah sudan, ıslanmadan,
kitaplar çıkardım. Kitaplar. İki tane. Kapakları eriyip yosun gibi akıyorlardı
da içleri kuru. Biri bildiğimiz boyutlardaydı, alışılmış. Diğeri uzun kaldı
elimde. Çok kalın, küçük, eski ama yeni de bir yandan. Satenimsi bir dokusu var
kâğıdın. Kıyı sandığım yere –ki bir çöplük aslında- bırakıyorum ikisini de.
Dönüp dönüp elime alıyorum küçük olanını. Tekrar bırakıyorum, aklım kalıyor.
Burada beni beklesin mi? Yürümem gerek çünkü yolum uzun mu? Rüyada bile öyle
mi?
Devamıdır: Bir yerlerde kalıyoruz. Seyahat. Bir mekândan diğerine akıp duruyoruz.
Yanımda çok insan var, benim kimsem değiller. Bir gizemli derenin yanından
geçiyoruz. İçinde çeşit çeşit hayvan. Animasyondur diyorum kendi kendime,
kendime. Ama bir kadının, dereden yürüyenin üstüne çullanıveriyor mavi dinozor
balıkçıl. Ardıma bakıyorum yerde yatan kaplan dümdüz bana bakıyor uzaklaşmadan.
Açım çok. Uzun bir yemek kuyruğuna girince dolduramıyorum bir türlü yemekleri
tepsime. En öndeyim. Ama altta kuru fasulye ve pilav var. Onlardan da almak
istiyorum. Kaşığım düşüyor. Herkes bağırıyor bana, isyan çıkıyor. Uzun kaldım
burada. İlerliyorum, ama ne yapayım, çok açım ben.
Yemek tepsimi bıraktığım yerden almışlar
sonra, hak ettiğimden çokmuş. Üzgünüm. Rengârenk atölyelerden geçiyorum
hevesle.
Arkadaşım rüyalar
renksizmiş aslında diyor. Az boyam olsa gösterebilirim oysa.
***
Çavuş’un evindeyiz.
Kendine rüya ısmarlayanlar takımı. El değmemiş rüyaların bedelini ödemeye
hazırız. Kendiliğinden gelenin kitabı çoktan yazılıp ciltlenmiş.Ortak bir depo
kiralanmış, evren kadar boşluk. Gece boyunca ellerimizle, dudaklarımızla, geçip
gitmek bilmeyen çocukluğumuzla, bizi kendinden kusan aşklarımızla,
damarlarımıza yürüyen tuzlu sularla, içimizde pırpırlanmayı sürdüren
kelebeklerle ördüğümüz, her sabah bıkmadan temize çektiğimiz yeni rüyaları
ekliyoruz o devasa depoya. Doldu dolacak şimdilerde, içini bir türlü dolduramadığımız
hayat kadar kocaman boşluk.
Biz o rüyaları
kalbimize bırakmak için vasiyetler yazıyoruz..
-
Hey sen, Haşmetmeab! Söndürme çift kağıtlıyı. Adapsız
rodeocu! O korda mangal yapacağız daha.
İnciraltı’na gideceğiz pikniğe. Enginar
tarlalarının ortasına. Bıyıkpijamalı, eli ağır, köfte pişirecek. Küçük kızların
bacakları görünmesin diye denizi görmeden geri döneceğiz.
Yeşil Peri’nin
rodeocusuna yolladığı absentin şekerini çalanlara yuh bu gece! O şişe bitince
halının havlarına hasadı seneye mantar ekilecek daha. Yarın pötikare baskılı,
aman leke tutmasın masa örtüsünde yazılacak sonumuz. Kloraklı pamuk şekerde
boğuldu hepsi epi topu. Bari Usta’yı kurtarsak Yeşil Peri’nin gazabından,
bağırıyor hala, sesinin asidinde eriyor esrikliğim.
- Sen mi
yargılayacaksın beni, sen mi, uzattığın parmağın temiz mi?
2. Rüya: Bu geceden. Devasa mekân. Ünlü yazarın evi,
evleniyormuş. Oradayım, neden? Şamdanlarla süslenmiş bir masada şekerlerini
hazırlıyorum. Karşımda yaşlıca bir adam. Gösteriyor, en altta bir küçük kutuya
lokum, üstte bir zarfa şeker, başka bir kutuya da çikolata koyup bağlamak
gerekiyor. Yapamıyorum bir türlü. Bana malzeme uzatıyor. Renkli kurdeleler.
Şakalar yapıyor öyle ince esprili. Ben bişeyim diyor, anlamıyorum. Ama fizikçi
diyorum. Fizikçi. Sonra sevişir miyim bu adamla, yaşlı ama nasıl başka biri,
ilginç olabilir. Sevişir miyim bu adamla?
Bütün telgrafları ayırıp bir çekmeceye
koydum. Resmi gibiydiler. Düğün için gelmiş. Misafirler şık, alımlı. Yazar da
geri döndü nikâhtan. Koca sarayın içinde kötü sedirde en köşede oturuyor. Yeşil gömleği var, sıradan, ona yakıştırmıyorum nedense. Ellerimi uzatıyorum tebrik için. Kutlarım diyorum ama
sizi öpemem ellerim soğan ve sarımsak kokuyor, gelinliğim annemin margarini.
Bir başkasının düğününde gelinlik giyiyorum, size anlatmış mıydım? Sanırım
düğünün şerefine karanlıkta yarışlar düzenlenmiş, üç sıkı dost katılıyoruz.
İkisi de atlayıp yüzüyorlar yeşil yosunlarda. Ben hep kıyıdayım.
Biri sularda ama hiç görmüyorum. Diğer
sevdiğim, sabah bakıyorum, sulara atlamak üzerine bir yazı yazmış. Ben kıyıda
boğulmadan az önce.
Bir sigara
yakıyorum, uyanınca, yoran rüyalar kitabı kaybolmuş.
Şarkıyı anımsamak isteyenler için, Bob Marley'den Judge Not, eskimiş gibi, mızıltılı melodiler ama sözlere ne demeli? Yeşil Peri Gecesine pek uygundu.
Ha bu arada Yeşil Peri'yle Ayfer Tunç'a bir selam yollamış olalım.