4 Temmuz 2012 Çarşamba

Bit Pazarı- yitik anlar

Bir fotoğrafçıya gidilmiş. O zamanların haftalık dediğimiz çekimlerinden.
İlkinde belki bir bayram, belki bir başka özel gün. Diğerinde düğün.
Karelerde gülümsenilmiş. Objektife zamana bakılır gibi bakılmış. An sabitlenmiş.
Sonra fotoğraf büyütülmüş, çerçevelenmiş. Belki de şimdi var olmayan duvarları yıllarca süslemişler. Binlerce kez tozları alınmış, üzerine konuşulmuş, eşe dosta anısı aktarılmış.
Yandaki marlbora kartonuyla kapatılmış boş çerçevenin öyküsü bir başka.
Şimdi bit pazarındalar. Tozlu, yorgun yılların ardından sürdürüyorlar bize bakmayı.
Hayat desem, demesem, bilemedim.
Yetmiyor sözcükler...

dövbeni

dövbeni'si olan seçmen: Albenisi olan kadınlardan bile net olan bu kategorideki seçmenler, işsizlik, yolsuzluk, baskı gibi unsurları umursamaksızın aynı partiye oy vermeyi sürdürür, başlarına gelen felaketlerin sorumluluğunu asla kendilerinde ya da basiretsiz/ kötü niyetli siyasetçilerde değil "dış düşmanlarda" ararlar.
                                                                            Olmayan Kelimeler'den

Tek Kişilik Kahvaltı- Dilek Emir

Notos Kitap'tan, Tek Kişilik Kahvaltı, Dilek Emir. Arkasında "öykünün yeni yazarların elinde ulaşabileceği olgunluğu gösteren kitaplardan" demiş Semih Gümüş. Almışım, unutmuşum. Akşam bir biçimde yarılamışım, diğer yarımlarımı bırakıp. Nasıl buldum, cesur evet sanırım duyarlı ve cesur diyebilirim şimdilik. Kapak gördüğünüz gibi özensiz, elişi dersinde acemice kotarılmış gibi.


 Son öykü "Ben de Sizinle Kalacağım" yaşlılar evinde tombaladan çıkan(olmayan)103 numarayla, 103. sayfada yazarın da kalmasıyla, yazma serüveninde dönenenlere esprili bir katkıyla bitiyor. Sevdim Dilek Emir'i, gözlerim bir sonraki kitabını arar kesin

25 Haziran 2012 Pazartesi

Bit Pazarı- Bitmemiş Hikayeler

Eskinin solgun kokusu. Tezgahların içinde zaman ustanın önündeki çaresizliğimizi anımsatan  kayıp nesneler. Bir hikaye avcısıysanız eğer, görmezden gelmeniz olası değil. Hatta onların size kendilerini hissettirmesi kaçınılmaz.
Kasnakta çizilmiş bir desen, yarısı işlenmiş. İpliği ve iğnesi hala üzerinde duruyor. Kimin hangi umutla işlediği bir motif bu bilinmez. Belki bir genç kızın çeyizinden. Bitirilememiş. Belki bir yastık olacaktı divanın üzerinde çay ikram edilen konuğun arkasına yerleştirilecek. Belki üzerinde şekerlik, kolonya şişesi ve ikramlık gelincik paketiyle bir sehpa örtüsü.
Yanındaki bir Burda ajandası, lacivert ciltli. 1967 yılına ait. Şiir yazmaya hevesli bir genç kızın olabilir diye düşündürtüyor.Bir arkadaşla, eşle, dostla hiç paylaşılmış mıdır bu şiirler diye merak edersin.Belki de gençliğini sıkıcı bir evliliğin içinde bile bu dizelerin arasında sürdürmüştür.Bit pazarında rastladığın birçok eski anı için söylediğin sözü yinelersin. Kim bilir?

25 Mayıs 2012 Cuma

benzinle gelen düş kırıklığı!

Devrim'in hikayesini az çok biliyorsunuzdur. 1961 de Cemal Paşa'nın emriyle bir grup Türk mühendis 'yapılamaz' denileni yapmak için, bir Türk yapımı arabayı yaratmak için bir araya geliyor. 130 gün gibi kısa bir sürede teknolojik imkanların yeterli olmadığı bir ortamda sıfırdan bir araba oluşturmak. Geçtiğimiz yıllarda filmi de çekilen hikayede slogan "Ya yaparsak!" diye özetlenmişti.
Filmin  gerçekten göz kamaştıran bir kadrosu vardı., Selçuk Yöntem, Uğur Polat, Taner Birsel, Onur Ünsal, Vahide Gördüm, Altan Gördüm, Ali Düşenkalkar ve diğerleri. İzlemeyenlere önerimdir bu film.
Garb kafasıyla yapılan, şark kafasıyla benzin koyulmayan arabanın hikayesi. 
Aslında bilinenin aksine tek değil Devrim. Birkaç kardeşi daha var, ama akibetleri meçhul.


Bu arabayı camdan bir kutunun içinde izleyip bilgi aldıkça içimde yakında seyrettiğim filmin de beslediği bir can acısı oluştu.

Filmdeki mühendisin gayretli, projeye kalbi kadar sahip çıkan yardımcına söylediği replik zihnimde çınlıyor;
- Bu ülkede yapılan hiçbir iyi iş cezasız kalmaz!

Devrim Arabaları


ÜreticiEskişehir Demiryolu Fabrikası (TÜLOMSAŞ)
Model AdıDevrim
Üretim yılı1961
KaroseriBinek
Motor tipi10 Adet Motor :
4 adet A4L tipi
3 adet A4T tipi
3 adet B3T tipi
Silindir Sayısı : 4
Dört zamanlı
Silindir Çapı : 81 mm
Strok : 100 mm
Sıkıştırma Oranı : 6,8 : 1
Silindir Hacmi : 2070 cm³
Azami Motor Devri : 3600 devir/dk
Motor gücü50 HP (A4L), 60HP (A4T), 70HP (B3T)
Max. Hız135 km/saat
Yakıt sistemiKarbüratörlü, Yandan (A4L) ve Üstten Sübaplı (A4T ve B3T)
ŞanzımanA tipi (3 adet) B tipi (4 adet)
Uzunluk4500 mm
Genişlik1800 mm
Yükseklik1550 mm
Boş ağırlığı1250 kg
TasarımcısıY. Müh. Nurettin Erguvanlı
Y. Müh. Ercan Türer
Y. Mimar Kemal Elagöz

nehir duygusu

Ben çokca deniz kenarında yaşamış biri olarak, ortasından nehir geçen toprakların buraları durmadan, durmadan denize taşıdığını düşünürüm. Nedense...Eskişehir'e doğru yol alıyoruz, Porsuk'un şu kapalı havada bile ihtişamını gözleyerekten. Otobüsten nereye aktığını kestiremiyorum, bizimle aynı yönde yürüdüğünü bildiğim halde.
Bendeki bu nehir duygusunu yazmalıyım, bir gün, uzun uzun...

Çini mi, Çin mi?

Uzunca ara verdim yine yazmaya. Oysa başladın mı bitireceksin bir işi. Ne demişler söz uçar, yazı kalır. Sözü zihninden öyle çabucak uçuramayanlardan olsam da, devam dedim bu sabah kendime.
Kütahya bir çini kenti. Öyle biliriz ya, gittik Mehmet Gürsoy'un eski bir Kütahya konağına yerleşmiş atölyesine. Güzelim Çiniler üç beş bin liradan başladığı için bir sahici Kütahya Çinisi edinme şansımız olmadı elbet. Usta bile atölyesindeki satışa sanırım günlük ciroya katkısı olur diyerek bir liralık magnetler eklemişti.
Çıkışta tamamı Çin işiyle bezenmiş Çiniciler Çarşısı'nı ziyaret ettik.
Buraya Mehmet Gürsoy'un onbeş bin lira değerindeki bayıldığım vazosunun yanına diğer fotoğrafı da ekledim.

Ne yaparsınız ki zaman Çin'in artık.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Baharın ilk gezisi başladı

Hiçbir yere gidesim yokken yola çıkıvermiş buldum kendimi. İki yıl önceki Kapadokya turundan pek bir memnun kalmış olmalıyım ki sabahın köründe bir otobüsün içinde buluverdim kendimi. Yolculuk Kütahya, Eskişehir. Kütahya'yı pek de merak ettiğim söylenemez ama programın içindeydi sonuçta.
Soluk, solgun renksiz bir kent burası. Yine öğle yemeğini yemek için gittiğimiz Germiyan Konağı ve bu sokaktaki restore edilip kazanılmış eski evler, konaklar çok güzel.


Germiyan'da öğle yemeği yöreye özgü sorpa çorbası, tirit, salata, turşu ve incir tatlısıydı. Sarma da değişik bir seçim oldu.

29 Mart 2012 Perşembe

ben bu aralar başkalarının "dip'lerinde" mi yüzüyorum?

...Aşk bir duygular kovanı değil mi? Kime yöneldiği akla vurulamaz. Bir şeyin diğerine eşit olması için gerekli koşullar var da, aşk da bunlardan biri mi?
Aşkı toplumsal yerimizden, yaşımızdan, çevre koşullarından, insan alışkanlıklarındanve ayrı cins olmaktan kurtarıyoruz.Bunların hepsi önemsiz.O gencecik oyuncu önemli olan. Onun duyguları bile önemsiz. Değil mi ki, bu odada onun için şiirler oluşuyor. Onun varlığı, dünyayı başka türlü algılamaya dönüşüyor. O bir başlangıç noktası. Biz aşkın bir biçimde sona ermesini isteriz. Her ırmağın denize vardığını bildiğimiz için. Neden yeraltı suyuna dönüşeni önemsemeyiz sanki? İlla denize varacak.Yoksa hayıflanacağız, yahut kıskanacağız, yahut sevene acıyacağız.Başka kurgu kurulmadı seviye dair. Kendimiz özgün kurgulama yapamıyoruz.
...
   Ben aşka hiçbir kalıba girmediği için saygı duyuyorum.Yazmasam da kalıba girmeyeceğini biliyorum.Şiir de bir kalıptır. Biçimsel koşulları çok az dikkate alsam da, anlatamamış, not düşmemiş olmamak için yazıyorum bu şiirleri.Yoksa yaşamak ve algılamak bana yetiyor. Diyorum ki, nasılsa yüreğin kabarışını- bak işte bu sözcükleri, duyguların donmuş kalıplarını sevmiyorum- sözcüklerle anlayabiliyorum. O zaman bunu yazıya dökmem yni bir kez daha sembollere dönüştürmem onun içtenliğini yok etmez.

                                                                                                     Yaşamın Şiiri- Ayla Kutlu

Ey mah, sen Zühre-i Zehra değil misin?

... Asıl hoşlandığıysa, gökyüzündeki yıldızları devşirmekti. Gökyüzü yaratırken elleri uçuyordu. Hep ortada bir yıldız vardı. Çakılı yıldız. Onun tutkusunu görenler, anlattılar, saydılar adlarını. Dediler ki, Zühre'dir, gölge verir güneş ve aydan sonra. İstersen, adına Çoban Yıldızı de. İstersen Çolpan, yahut Kervankıran, dahası Venüs, eski adıyla Sad-ı Asgar. Demirkazık diyen de o yıldızı anar. Polaris diyen de onu kasteder. Bu bilgileri başını sallayarak dinledi Zühre, Başını salladı, hoşnutluğunu belli etti. Ancak hiçbir adı öğrenemedi. Nasıl ki kendi adını da bilmiyordu.
                                           Zehir Zıkkım Hikayeler/ Kadınlar ve Kuyular- Piç
                                                                                                     Ayla Kutlu

24 Mart 2012 Cumartesi

şahmeran

Suluboya, camaltı derken üç boyutlusunu da yaptım kurtuldum-mu?
Sevdim, ayıramayıp gözümün önünden fuara da taşıdım. Satın almak istyenler oldu. Bir dostum sen bundan onbin tane satarsın -bile- dedi. :))
Dökümü polyesterden. Biraz çeşitleyeyim diyorum, boyalısı, cam dökümü falan. Hangi derde deva diye sorulursa, cevabım yok sanırım.

kadın emeği fuarı!

Bu yıl yine katıldık- katıldım- gülmekten değil elbet.
8 Mart haftası açılan kadın emeği fuarında 78 liler adına bir stand oluşturalım dedik, kimse gelmeyince benden başka, çerçi gibi kalakaldım bir başıma.
Ne bir poster, ne broşür, öyle ıvır zıvır oturdum, dostlar sağolsun.

biblolar

Çok ciciydiler, standta uzun süre sallayamadılar ayaklarını, çarçabuk yeni evlerine koşup gittiler.

ayraçlar

Bu yıl eklediğim birkaç yeni çeşit, sevildiler, merakım hangi kitapların içine girdikleri.

nostaljiye devam-kaleideskop


Çocukluğumuzda daha ilkelleri vardı.  Minicik bir objeyle saatler geçirilen zamanlar. Standa koydum, görenlerin bazısı anımsadı, kimleri ilk kez görüyorum dedi. Epeyce satıldı. Baktığımızda görünenleri fotoğrafladım.
Kaleideskop iyidir, düş gücünü besler.

benim sinemalarım

Yaz! Kolda hırkalar, minder, çiğdem çitlemece, buz dolu kovadan gazoz. Yerli, yabancı film, farketmez! Gülünecek, ağlanacak, korkulacak, düş düşe sarılacak.
 Ailecek oturulacak locaları bile vardı, mutaassıp babaların tercihi.
Gönül Sineması, sonraki adı Harputlu. Harputlular çalıştırıyordu son zamanlar.
Geçende gezdik, işte etrafında ampulleriyle perdesi ve ne amaçlı kullanıldığına dikkat etmediğim makine dairesi.

28 Şubat 2012 Salı

yeraltı edebiyatı!


“Eninde sonunda hepimiz, köpekler gibi olmasa da, öyle ya da böyle yalnız öleceğiz. Bu kesin! Ama doğruyu söyleyerek nereye varabiliriz? Söz konusu olan edebiyatsa, okur sahiden doğruyu duymak ister mi? Doğruyla yüzleşmeye cesareti var mı okurun?”

ALTAY ÖKTEM

Türk romancıları arasında, Fatih Kaynak dışında açık açık 'ben yeraltı edebiyatçısıyım' diyen bir yazara pek rastlamıyoruz. Bunda şaşılacak bir şey yok, çünkü 'yeraltı edebiyatçısıyım' demek, 'yazdığım kitabı okumayın' demekle eşdeğer. Yeraltı edebiyatı, gerçeklikle doğrudan yüzleştiren bir edebiyat ki; kimsenin yaşadığı hayatla ve kendiyle yüzleşmeye tahammülü yok günümüzde.


Türk edebiyatı açısından durum böyle ama dünya edebiyatının ülkemizdeki okunurluğuna bakarsak da, Bukowski ve Chuck Palahniuk'un dışında yaygın bir okur kitlesi bulabilmiş bir yeraltı edebiyatçısına rastlamıyoruz. Bu iki isim de yeraltından çekip çıkartıldıktan, popüler dünyanın yeraltı ikonu haline getirildikten sonra geniş okur kitlesine ulaştılar. Kısacası onlara popülizmin 'yeraltı kontenjanı'nda yer açıldı, o kadar.

Başka bir ülkede karşılaştığın bir İngiliz ya da İtalyan açısından Türk olduğun için öteki; Hıristiyan açısından Müslüman olduğun için öteki; eşcinsel açısından erkek ya da kadın olduğun için ötekisindir. (Tersi daha çok geçerli ama kabul edelim ki heteroseksüel olmak da azımsanmayacak ölçüde ötekileştirme nedenidir artık)


Aslında bu hassas konulardan hiç söz etmediği halde, su gibi akıp giden diliyle, belli bir düzeyin altına hiç inmeyen merak ve heyecan dozuyla, keyifle okunan bir macera romanı tadında  kitap, daha kapağını kapatır kapatmaz bu iddialı konuları düşünmemize neden oluyorsa, zaten iyi  kitaptır!

Sadece sokak aralarında yaşayanların değil, ışıltılı Kaf Dağları'na bile çıkanların köpekler gibi yalnız ölmeyeceğini kim garanti edebilir? Hayattaki -hangi tür hayatta olduğu önemli değil- bütün hayatlardaki tek gerçek bu: Hepimiz, istisnasız hepimiz köpekler gibi yalnız öleceğiz. Fatih Kaynak da bunu söylüyor işte. Doğru söylüyor!