26 Mart 2009 Perşembe

*artık biraz çalışıp bu blogu adam etmeli. biraz görsellik ve güzellikten kimseye zarar gelmez. di mi?
*öykülerin son düzeltmelerini bu gece uzun çabalardan sonra tamamlandı.
*yukarılarda biri izmiri çok su isteyen bir saksı sandı, elinde bahçevan süzgeci ha babam döküyor.
*artık içim bile ıslak gibi.
*prens umutsu hazretleri hanemizi şereflendirdi, pek mutluyuz.
*tutku'nun beş mayıllık bizim evin halleri görseli, ardından istanbul nişan kutlaması fotoları izlendi, pek bi gülündü.
*öğleden sonra karaburunlu aslan kral'ın araması güneş'in niye bu kadar gülüyorsun, cem yılmaz'la mı konuşuyorsun biçiminde tuhaf yorumuna neden oldu.
*nezle olundu, burnumuzun akmasının klavyenin dayanıklığı üzerindeki etkileri konusundaki kuşkularımız tutkugillere soruldu.
*karaburinalı prensesin köyüne avdeti konulu duyurusu okundu, pek gülündü
*beş dakika önce karaburunlunun son araması yine birkaç okka pirzola kıvamındaydı.
*tüm gece çay içtiğimden, bu saatten sonra biraya başlamanın anlamsızlığından ötürü uykudan umut kesildi.
*bari elimdeki bin kitaptan birini bitirme fırsatı...

18 Mart 2009 Çarşamba

uzun oldu yazmadım. ne yazacağım konusunda da bir fikrim yok başlarken. pazartesiden beri içimnde bir bungunluk. içim üzgün. içim demir kafeste. üstelik hiçbir nedeni de yok. yine bin depresyon başlangıcı mı? hep içmek ve uyumak istiyorum. üstelik ikisi de imkansız, eskisi gibi içemiyorum, her sabah işe gtmek durumundayım. şu an gökgürültüsü gibi ama patlamaya benzer bir gürültü koptu. pencereyi açıp baktım. birçok pencerede benimkine benzer meraklı başlar uzanmıştı yağmura. kitabın adı hala belirsiz. diziler hala tatsız. filmler ajite, uzaklara gitmek yorucu görünüyor. aman be...
bunları yazmak için açılmaz bir blog.
yine sıkıntı..
kardeşim kötü, hasta. iş sıkıcı. dışarda fırtına.
oğlumu aramalıyım, kızım güvende.
yıldırım düşer mi, çok belgesel seyrediyorum.
uyku, becerebilirsem eğer, iyi gelir.
tek izleyicisi olan bir blog, kesinlikle iyi fikir.
izleyicimi öptüm...

12 Mart 2009 Perşembe

akşam toplantıda kitabın adı tekrar konuşuldu pek içe sinmemiş şöyleydi"yedi deli dilin bir kuyuya attığı öyküler", o gün çok sevmiştik oysa, ben biraz kısaltarak, neremiz deli, öyküler de ayağı yere basan, çok klasik şeyler zaten, "yedi dilin kuyuya attığı öyküler" diye öneride bulundum.bir isim de "bu ktabın adı yok" niye, bulamadık, diye geliyor arkası hemen, pek sıcak gelmiyor.
Denizim bizim için biraz uçuşturup birkaç öneride bulunsa desem? pazartesi tekrar konuşacağız, ben kitaba vazgeçmeyi biriktiren, koku odası ve unutuş masası ile katılıyorum.

8 Mart 2009 Pazar

Gece ailemin birbirine eklenen kutlamalarıyla geçti. Arzu ve Eray'ın doğum günü, Onur'un nihayet dedirten mezuniyeti. Birkaç kadeh rakı, hepsinden tatsan ölüme götürür biçimde donatılmış bir sofra. Umutsu'nun kalabalık içindeki sevgi selinden kaynaklanan mutluluğu. Gece de kalmak isteyince ve de herkes isteyince uyuduk karşılıklı kanepelerde. Uzun süredir ilk kez bu denli sakin uykusuna tanıklık ettim.

Bir bardak çay ve bir sigaradan sonra eve koştum insana saklanmaktan başka bir şey anıştırmayan hüzünbaz pazar sabahında. Yazının başına zor oturup zor kalkmam da şaşırttı beni. Buluşma, fotokopi, uygun bir kafe bulma koşuşturmalarından sonra sıkı bir öğleden sonra. Yalnızca Ayşen'in, Gönül'ün ve Nihat'ın öykülerinin üzerinden geçebildik. Benim, Nermin ve Mırıl'ın öykülerine dokunamadık. Arkadaşlar bunlarda önemli bir sorun çıkmayacağını öngördüler. Önsöz üzerinde de konuşamadık. Gerisi çarşambaya kaldı. Dosyayı en geç ay sonunda baskıya hazır hale getirmek zorundayız.

Bu arada Ayfer Tunç'un kitabı şampanya köpüğü gibi yükseliyor zihnimde hızla. Makinada çamaşır, aklımda bin proje, önümde yarım şişe bira, işte hayat hayat dedikleri demode kağıttan kayık...Rüzgarı da sigara dumanından.

Ataç'ın yeni barında eski kırbeşlikler gecesi var, Yücelay da gelecek, ben pijamamı giyince eski bir kırkbeşliğe dönüşüyorum zaten. İçindeki şarkıların ritmi gitgide yavaşlayan eski bir kırkbeşliğe, içinden bir şarkı da "Bir ateşim yanarım, külüm yok, dumanım yok" belki ha?

5 Mart 2009 Perşembe

çok yoğun bir hafta daha. tüyap7 taki panel için edebiyetçilar derneği izmir başkanı, genel başkan dahil görüşmeler yaptım. çarşanba günü yayıncımızla arkadaşlarımı tanıştırdım. bir panelimiz olabilecekse herşey daha heyecan verici olacak elbet. yalnız aklıma kaldığımda, gruptan ve söylemlerinden uzaklaştığımda, yine bir beyhudelik hissi kaplıyor içimi.
kitabın adına karar verdik. zaten karar almak o denli güçtü ki, birilerine danışma lüksünü göze alamadım neyse seviyorum uçukluğu.adı sıkı durun ya da ben durayım her neyse, yedi deli dilin bir kuyuya attığı öyküler. kitabımızın adı bu. yedilik. delilik. dil ve iz.
dilizi yazı atölyesi.
pazar 13 de toplantımız var.
o ana dek bir önsöz yazmalıyım.
kitaba katacağım üç öyküyü seçmeliyim.
bu öyküleri gözden geçirip, düzeltmeliyim.
yarın ece ayhan şiir ödülleri için oluşturma görüşmem var. birilerini buluşturacağım, içlerinde yer alır mıyım, şüpheli.
cumartesi güneş'te aile yemeği, doğum günü buluşması, işte filan var.
hafta sonu umutsu'nun benden beklediği saatler.
canım sadece bira içip uyumak istiyor.
hamiş: tutku ve faruk'un yeni evlerinin salonundun kızkulesi görünüyormuş.
bu arada haftanın üstüste iki günü deniz'in kolyeleriyle sükse yaptım.

1 Mart 2009 Pazar

İşte bir hafta daha uçup gitti yaşamımızdan. Neler yaptım-iyi olanlarından söz ediyorum- sorumluluk ve hesabından nasıl kurtulacağız biz. Şöyle yalnızca yemek, içmek, güneş, müzik ne zaman yetecek? Neyse sızlanmak için oturulmaz yazıya değil mi? Kitaplar aldım dün kendime. Şimdi kitabın adına dikkat, sıkıysa alma dedirtmiyor mu? 'Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi' Ayfer Tunç'tan. Sonra Cioran'dan 'Çürümenin Kitabı'. Ayşegül Devecioğlu ihmal ettiklerimdendi bir süredir. İki kitabıyla teşrif etti evime:Kuş Diline Öykünen ve Ağlayan Dağ Susan Nehir. Bundan iyisi,..?
Bugün yine bir pazar ikilemi içimde, dışarıda güneş, deniz kıyısı belki bir kaç kare fotoğraf, cam bardakda gezgin çay, gazetelerin pazar ekleri. İçeride; okunacaklar, düzenlenecek çalışmalar, düzeltilecek yazılar, daha da içeride yazıya akmayı bekleyen öyküler.
Alışveriş, yemek, çamaşır, ev düzeni. Komik görünümlü gereklilikler.
Koca bir yaşamın esnekliğinde, tuhaf bir sıkışıklık.
Tıkanmaya beş var da öteleyip duruyorum.
Neyse, bu lafı da sever oldum, hala çoktan seçmeli seçeneklerimiz varsa, iyiyiz demektir.
Değil mi?