30 Eylül 2009 Çarşamba

ÇARŞAMBADIR İYİDİR

Bütün dostlara kahvaltı hazırlamak geliyor içimden. Sabah uyanıp başucu şarkılarının eşliğinde. Bütün sevgililere alo demek geliyor içimden.

Demlikler dolusu çay hazırlamak, onlarca bardağı sunmak zarif.

Sözcüklerle dansa başlamadan bir arkadaşıma gidip kahve içmek, akşam onun için uçuşturduklarımı eline tutuşturmak istiyorum. Ortak anılardan konuşmak uzun uzun ve iç geçirmek istiyorum. Bu güzelim sonbahar gününde yollarda yürümek, yolun kendinden başka kimseye sunmadığı kendi adabını yazmak istiyorum denizin köpüğüne. İçimin köpüğünü sanki alabilirmiş gibi.

Sayfalar dolusu okumak istiyorum. Yattığım yerden, tüm kayıp kitaplar da dahil. Kendi yazmadıklarım da. Dünyanın bundan sonra kuracağı tümceler dahil. Hepsini ama hepsini serin sular gibi zihnimden akıtmak.

Armadillo Bayramına yeni tanışılan bir güzel adamın beden dilini yerleştirmek istiyorum.

Bir şiir yazmak istiyorum bugün, varsın çoktan dolmuş çekmeceye sığışmaya çalışsın.

İmkansızın elinden tutmak istiyorum bugün.

28 Eylül 2009 Pazartesi

YILDIZ HANIMIN DIŞ DÜNYASI


Bir de baktı ki Yıldız Hanım tastamam 13 gündür yazmamış bloglarına, hem de başka bir yere, neredeyse.
Nedeni şudur ki, iç odasında fazla oyalandığını falan da düşünmeden dış dünyada savrulup durmaktadır.
Önce Dikili Çandarlı dolaylarında dolaşmıştır ki dostluklar sıcak, havalar güneşli, sahiller muhteşem, kefaller eliyle tutacakmışçasına suyun üstüne atlamaktadır.
Ardından arifedir, kardeşine kıyamaz, eski tükkana çalışmaya gidilir ki artık iyice çekilmez ve yorucu bir hamledir.
Bayram her zamanki telaşından daha yüklü gelmiştir, malum merasimlere kına gecesi eklenmiştir. Üstelik bir müzik sistemi akıl edilmediğinden türküler bizdendir.
İkinci günü bayramın Tutku hanım avdet eder İzmir'e. Özlenmiştir. Hasret yemek eşliğinde giderilir çocuklarla, yetinilmez bira içilmeye çıkılır.
Üçüncü gün dananın kuyruğunun koptuğu andır, gece düğün vardır kuaförde zaman öldürülür. İbrahim&İbrahim adlı ustanın elinden darmadağın çıkılıp, siyah şifonlara bürünülür.
İyidir düğün, eğlenilir, oynanır, şarkı söylenir. Umut'un kız arkadaşı sarhoş olduğundan, derdest edilip hayatına postalanır.
Güzel olunur, çok iltifat alınır. Kızımızla gurur duyulur.
Damada İzmir midyesi, boyozu, börülcesi,gevreği, inciri derken bir koca bir çanta hazırlanır.
Cuma günü Tutku uğurlanır. Cumartesi tükkana tekrar gidilir, ne yapalım çocuklar balayındalardır.
Akşam Aynur ve Mesut'la bira içilir, bırakmazlar yatıya gidilir kesmez Güzelbahçe'de kahvaltı, Çeşmealtı'nda kahve molası verilir. Kipa'da alışveriş, pazarda dolaşma, Gülümser'le çay keyfi.
İki gündür süren tuhaf tel. trafiğinin nedeni Antalya'dan Leyla'nın bol gözyaşlı aramasıyla çözülür. Meğer bir hafta önce kendisini asıp öldürmüştür Yıldız Hanım, o yüzden eski dostlar yastadır. Gülünür önce, sonrası ince bir hüzün. Gidilir yeni bir arkadaşla Muzaffer İzgi sokakta, bir gölgeli pazar öğle sonrasında biralanır, çok ama çok konuşulur.
Ama artık hüznün de iç dünyasının da kendisini esir almasına izin vermemektedir Yıldız Hanım. Oturur bütün gece bilmem kaç kilo barbunya, yeşil fasulye ve börülce ayıklar, dondurucuya ekler kış günleri için.
Oyun hala bitmemiştir.
Yaratıcı yazarlık derslerine 21 ekimde başlayacaktır. Hazırlık gerekir.
Ev yine ihmal edilmiştir. Formüla pilotları kadar disiplin ve hıza ihtiyacı vardır.
Bugün kendisinindir. Ama yarın;
Güneş'te gelin mevlütü...
İlahi Yıldız Hanım, iç odandan da karışık şu dış dünyan...

15 Eylül 2009 Salı

YILDIZ HANIM'IN İÇ ODASI

Yıldız Hanım eylülün bu sallanan sabahında erken kalktı. Aslında ortamın serinliği uzun ve yorucu düşler sunuyordu hala. Aldırmadı.

Yıldız Hanım'ı kandırmak zordur bazen.

Herşey, hergün bilindik sırasında yürümektedir son zamanlarda. Yüze su, bardağa çay, küllüğe sigara. Ah, oysa hiç sevmez monotonluğu!

İptal olmasa da iki kez ertelenen bir randevu içini rahatlatmıştır birden ki dahli olmamasıdır içini sevindiren bir yandan. Bu koskoca gün, koskocaman karnıyla, saatleri ve imkanlarıyla kendisine kalmıştır, bir süre sonra kendine kızmasına da neden olabilir ayrıca.

Yıldız Hanım eline toz bezini alır, iç odanın tozlarını almaktır dileği. Nereden başlayacağını bilemez her zamanki gibi. Zaten son günlerde unutkanlık yumakları yuvarlanıp gitmiştir oraya, buraya.

Üzüntülerin tozları alınıp arşivlenecek, evhamlar susturulup ciltlenecektir. Vicdan azapları gözden geçirilip, ne kadarının kurtarılabileceğine bakılacaktır. Pişmanlık lekeleri en yeni çıkan en güçlü ürünlerle temizlenecektir. Korku, saklandığı yerden bulunup yatıştırılacak özenle tekrar saklanacaktır.

Cevaplar kitabının sayfalarını dilek dilemeden, hatta soru sormadan araladığını fark eder ki, bu kötüdür işte. Dün sabahtan beri cebinde hışırdayıp duran şiir, iyice buruşturmuştur sözcüklerini. Toz bezi küçük, çeşme uzak, su kesiktir üstelik.

Bu sallanan sabahta, iç odanın iç kapısından içeriye girmekle, dışarıya kaçmanın kararsızlığında, orada öyle durmanın, durup da bakmanın rahatlığında iç geçirmektedir artık.

Çayı soğumuş, külü dökülmüştür sigarasının.

Allah iyiliğini versin Yıldız Hanım, seninle mi uğraşacağız sabah sabah?

14 Eylül 2009 Pazartesi

BİRGÜN BELKİ HAYATTAN!

Geçmişteki günlerden, bir teselli aramadan.

Yeniye, yepyeni bir selam gibi umut oluveririz, bizzat kendimiz.

Okunan her sıkı cümle, kıskançlık çamuruna karışmaz da içimizde, kendi sözcüklerimizin de önemini duyurur bize.

Dostların sıcak gülüşlerinin güneşsi yakıcılığını yeniden kavrarız.

Hep aynı şeylerden yakınmanın dudak kenarı tebessümü yeniden yapışır yakamıza.

Bize yetmeyenin, kimden arttığını düşünürüz.

Bizden artanın, kimin işine yarayacağını bir yandan.

"Bir günlük yerim kaldı ister misiniz" diye seslenenin sayfalarını karıştırırsınız.

"İlk özgürlerin" örgütlülüğüne gülersiniz ister istemez.

Kahve yine soğur kocaman tasında, kül uzar, yine gülersiniz anlamsızca ama bilerek önemini keyif sularında yüzmenin.

Bu sabah kendi şiirimizin ustası olursunuz zaman ustanın önünde.

Ah debbah;
belki de yalnızca çürümekti
derinin dileği.

10 Eylül 2009 Perşembe

DUMAN KARDEŞİM OLUR

Eski bir köy varmış, uzaklarda değil, tam da burnumuzun ucunda.

Yasaklarla başı her daim dertteymiş bu köyün insanlarının. Yasaları çiğnenmek için, geleneği göreneği çıkar adına kullanılırmış. Hak için kurban, küp için kavurma adetten; vur sırtına al ekmeğini sıradanmış. Kendine göre davranmak mahalle baskısına, aşk devletin icazetine, özgürlük arada bir uygulanması akla geliveren netameli yasalara ya da kolluk kuvvetlerine bağlıymış.

Herkesin elinde bir nalıncı keseri, her ama her konuda kendine kendine yontarmış hali ahvali. Üstelik de çalınan her minareye allı pullu kılıflar önceden hazırmış.

Sonra birden halkın sağlığı herşeyden önce gelir olmuş muhtar ve ihtiyarlar heyetinin gözünde. Milletin cebindeki tütünden, bardağındaki badeden kestikleri haraç yetmiyormuş gibi bir de yasak koymuşlar ki breh breh. Yetmemiş, salonlarında oynayan birbirinden aydınlatıcı oyunların sahnelerindeki bardaklara ve havaya savrulan dumanlara buğulu sansürler eklemişler. Akşamüzeri gittiğimiz dost mekanlarının insanları başları avuçlarının arasında kara kara düşünür olmuşlar. Ama köyün insanları yalnızca nefes alma özgürlüklerine şükredip, geriden geleceği yine ve her zamanki gibi dert etmemişler.

.....

Ben de böyle bir köyün sakiniyim, köyümün adı 10. köy.

Bugünlerde tiryakiliğimin türünü sertleştirdim ve miktarını artırdım.

Ve ben diyorum ki, bana ve aramızdaki ilişkiye karışmayın.

Duman kardeşim olur!

7 Eylül 2009 Pazartesi

SUSULDU İKİ GÜN

İçinde ve içine doğru büyüyendir önemsediği kadının. Erken güz suyunda, şikayetleri vardır. Suya su gibi bakmayı koymuştur ya kafasına, hesab etmemiştir gözlerindeki yorgunluğu ki gönlü hepten geç.

O yüzden susulmuştur hayata tam iki gün, öteki kotarılarak. Ötekinin ruhu, isyanı ve de zamanı. Yine de bakılmıştır denize ve ışıklara uzun. Kitaplara ve ekranlara uzun. Düzenlenmiştir her bir boncuk yerli yerince ve ışıltısı kendine.

Hem ne demiş şair;

gül yanlış kokarsa
tuz yakaya takılır.

3 Eylül 2009 Perşembe

SU GİBİ BAK SUYA

Yıllar önce okumuştum Jak Paleanck'un Tıkanma'sını. Orada annecik, kahramanımızın annesi, aslında kitabın tek kahramanıdır bana kalırsa, "Hayatı basitleştirmek gerek. Hayatı basitleştirmekse kendimizi basitleştirmekten geçer" diyordu. Çarpılıp kalmıştım, altını çizmeden önce bu satırlara. Hatta Deniz "Hangi salak çizmiş bu satırların altını" dediğinde gülüp geçeceğime, neden önemli olduğunu kendimce anlatmaya çalışmıştım uzun uzun. Şimdilerde filme çekilmiş Tıkanma, bir heves koşup seyrettik Tutku'yla İstanbul'da. İki saatlik bir düş kırıklığıydı yaşadığımız gerçi.

Hayatın boynuna kendi dokuduğun ipi geçirip oraya buraya çekiştirme gafletinin nafileliğidir şimdi yaşadığım. Ve bir sabah uyanıp "Ben ne yapıyorum?" a aymanın aydınlığı. Sabah sabah bir uzak tanıştan gelmiş olan, bu iletiyi en az yirmi kişiye göndermezseniz başınıza gelecek şanssızlık örneklerine gülmenin ama için için artık herşeyden korkuyor olmanın bilinci. Sonra kalbinizin bir köşesinde uyutmuş olduğunuz cesaret kırıntılarıyla dikleştirivermek omuzlarınızı yeni güne.

Hala söyleyecek sözüm var, evet daha da basitleştireceğim kendimi, tersinden başlayarak inandığıma. Sonra basitleşecek hayat, kolay katlanılacak artık. Evet çok şey yaptım bugüne dek, kendimce. Bunu da başaracağım, hayata katlanmayı değil, yaşamayı içinde bir toz zerresi kadar başıboş ve önemini bilen bir yandan.

Suya, su gibi bakmayı deneyeceğim elbet.

2 Eylül 2009 Çarşamba

BİR ATIMLIK BARUT

Tam bir hafta paralanana dek çalışıldı.

Sabah göz açılana, ertesi sabah göz kapanana dek, tekrar ediyorum, çalışıldı.

Mutfak hikayelerim adlı blogum, Dilizi adlı web sayfamla hergün saatlerce haşır ve de neşir olundu. Yetmedi cuma gecesi sabahçı kalındı. Gece boyunca üç kez çay demlendi, uyunmadı, sokaktaki gece köpeklerinin hırıltıları arasında Armadillo Bayramı'nın ilk perdesi yazıldı.

Ev toplandı. Konuk ağırlandı, çarşılar gezildi üstelik. Arada derede bir iki film bile seyredildi. Sonra barut tükendi, pazar pazartesi salı heba edildi.

İyi ki savaşta değiliz.

İyi ki koskoca zaman ustayla savaşa gül gül geçiyoruz, usuldan, kaygan yolda. Bir atımlık barutla, yenisi bulunup buluşturulana, kurutulup harlandırılana dek benden bu kadar abiler