özledik efendim kentimizi. sokaklarımızı. arkadaşları, eşi dostu, hısım akrabayı.
masamızı özledik en çok. dağınık perişan masamızı. oraya buraya savurulmuş notlarımızı. her biri bir yerde kitaplarımızı. üç beş değişik giysiyi. dar alanda kısa paslaşmalarla pişirip taşırdıklarımızı. kahve kupamızı (bizim başka kupamız mı var? )
zamanı doldurmak konusundaki uğraşlarımızı, salondaki dingin öğleden sonralarının ışık oyunlarını. penceredeki fesleğeni özledik (bekleyemeyip kurumuş)
arasındaki ayraçlarla raflarda mahsun yarı okunmuş kitaplarımıza kavuştuk. her yeri ihmalin kanıtı gibi örten incecik toza, yanmayan merdiven ışığına, çalışmayan televizyona, bağlanmayan internete geldik. randevuya gidilen avukatta haklılıktan, kendini savunan konumuna düşmeye geldik. ödemelere, mecburi ziyaretlere, yapılması gerekenleri aralarında aciliyetine göre sıralamaya.
dönmek için sabah şafağı sayarken iki gündür erken sabahları yaşıyorum kentimde. içimde pıpırlanan kelebekler.
atlatırım.
dersler başlar yakında, kaç gün kaldı ki? kayboluruz sözcüklerin arasında. yazıya el sallarım.
ya da çamura sokarım yine acemi ellerimi. alçı tozuna bulanırım, takı yaparım. boyalarımı çıkarır şahmeran suretlerim.
olmadı, şişe domatesi yapar, turşu kurarım.
27 Eylül 2011 Salı
erken
sabah-
dünü taşıdı
bugüne.
konuşkan
ağzım, sözden
kekre...
yalan desem
söylenene,
yazık bana.
çatlak vazoda
üç taş, geçen
yazdan kalma.
bari dostum
bari bana
öyle kalsa.
dünü taşıdı
bugüne.
konuşkan
ağzım, sözden
kekre...
yalan desem
söylenene,
yazık bana.
çatlak vazoda
üç taş, geçen
yazdan kalma.
bari dostum
bari bana
öyle kalsa.
22 Eylül 2011 Perşembe
gözbebeği:
İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez.
Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka "gözbebeğim!" diye hitap edilir.
Elif Şafak- Mahrem
Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka "gözbebeğim!" diye hitap edilir.
Elif Şafak- Mahrem
15 Eylül 2011 Perşembe
şimdilerde (yeniden) okuduklarım!
Kardeşlerim
Artık taş eklemeyin bunca yıllık yüküme
Kulbu sırlı bir küpüm dinlendirdim suyumu
Çekinmeyin gelin öpün sızısını yüreğimin
Ne heyecan ne hezeyan ne sitem ne sitayiş
Evden kaçan bir çocuğun bıraktığı mektup bu
Kardeşlerim
Bu dünyada varlığımız bir şakadan ibaret
Dilimdeki yangınla geldi geçti her günüm
Haydi bir lorke tutalım omuzlarımız şenlensin
Ki çok hayıflanmasın bu dünyadan elini yıkadığına
Sarısabır çiçeklerine teslim ettiğim ömrüm
Yücelay Sal/ J / APE
Artık taş eklemeyin bunca yıllık yüküme
Kulbu sırlı bir küpüm dinlendirdim suyumu
Çekinmeyin gelin öpün sızısını yüreğimin
Ne heyecan ne hezeyan ne sitem ne sitayiş
Evden kaçan bir çocuğun bıraktığı mektup bu
Kardeşlerim
Bu dünyada varlığımız bir şakadan ibaret
Dilimdeki yangınla geldi geçti her günüm
Haydi bir lorke tutalım omuzlarımız şenlensin
Ki çok hayıflanmasın bu dünyadan elini yıkadığına
Sarısabır çiçeklerine teslim ettiğim ömrüm
Yücelay Sal/ J / APE
şimdilerde mırıldandıklarım (Teoman'ın sesi eşliğinde)
Mevsim rüzgarları ne zaman eserse
O zaman hatırlarım
Çocukluk rüyalarım
Şeytan uçurtmalarım
Öper beni annem yanaklarımdan
Güzelbir rüyada
Sanki sevdiklerim hayattalarken hala
Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız Kulesi ve Adalar
Ah burda olsan çokgüzel hala
İstanbul'da sonbahar
Her zaman kolay değil
Sevmeden sevişmek
Tanımak bir vücudu yavaşça öğrenmek
Alışmak ve kaybetmek
İstanbul bugün yorgun
Üzgün ve yaşlanmış
Biraz kilo almış
Ağlamış yine, rimelleri akıyor
Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız kulesi ve adalar
Ah burda olsan çok güzel hala
İstanbul'da sonbahar
O zaman hatırlarım
Çocukluk rüyalarım
Şeytan uçurtmalarım
Öper beni annem yanaklarımdan
Güzel
Sanki sevdiklerim hayattalarken hala
Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız Kulesi ve Adalar
Ah burda olsan çok
İstanbul'da sonbahar
Her zaman kolay değil
Sevmeden sevişmek
Tanımak bir vücudu yavaşça öğrenmek
Alışmak ve kaybetmek
İstanbul bugün yorgun
Üzgün ve yaşlanmış
Biraz kilo almış
Ağlamış yine, rimelleri akıyor
Akşama doğru azalırsa yağmur
Kız kulesi ve adalar
Ah burda olsan çok güzel hala
İstanbul'da sonbahar
seni yeneceğim İstanbul ! ( yıldız) ne yapacaksan sessizce yap, sıkıldım...(İstanbul)
Aşağılara doğru sonsuzcasına kıvrılıp giden bir yokuşun tepesindeyim. Yetmiyor o yokuşun tepesindeki en yüksek noktada, bir terasta. Boyu iki metreye yaklaşan bir ladin, Akdeniz'i anımsadan çift aşılı begovil ki hem beyaz hem morumsu çiçekli. Fesleğen, biberiye, sardunya, cenan, mercan eksik değil. Bir de en sosyetesinden orkide, mağrur beyaz çiçekleriyle katmerli.
Karşıdaki apartmanın arkasına kısmet saklı üç katlı evin çatısında yaşı hayli geçkin bir hayırsız oğlan, kuşçu!
Güvercinleri var, mecbur kalmadıkça girmiyor görüş menziline. Gün batmak üzere. Gökyüzü alavlere teslim. Komşu balkonlarda çay sefaları. Gün boyu kafamızı belleyen seyyar satıcı ses yükselticileri susmuş. Soğan, patatiz! Domateeez geldi, üç kilosu 5 liraya, salçalık kışlık domateeeez! Halılarınız, kilimleriniz (iç gıcıklayıcı bir kadın sesinden teybe alınmış) metresi bir liraya overloklanır!
Tüm sesler kesildiğinde yankılanıyor zihinde en çok.
Gündüz dişçi randevusu için Osmanbey'e gidilmiş. Ara dere bir yerde mekan keşfetme arzumuz nüksetmiş, Antik Kafe adlı bir yer bulmuşuz. Cafeyle, eskici arası bir mekan. İçerdeki herşey satılık, plastik çiçekler, el yazması hat levhalar, kapağı kırık otuz kırk yıllık şekerlikler, eski dergiler bir arada. Çayı şahane. Sahibi dünyaya geç gelmiş olmaktan yakınıyor. Kimbilir vaktiyle ne değerli objeleri üç otuz paraya satmak zorunda kaldı da "Şimdi internet var diyor, koyuyorsun şıp diye teklif geliyor." Ederini sorduğum hat levha gerçek değilmiş, öyle güzel eskitilmiş ki eski gibi duruyor. Ben orjinal peşinde ama ikisini ayırdedemiyen bir yandan, elli liralık fiyata bakarız diyorum, sonra.
Oradan Taksim'e yürüyoruz, az yol değil. Hesapta sahaflar buluşmasına gidilecek. Her yıl yapılıyor İstanbul'da, bu ülkenin tüm sahafları katılıyor. Kolleksiyoncu değiliz, anlamayız, üstelik para da yok. Olsun, kitap kokusu yeterli deniliyor. Sonra Beyoğlu'nun sokaklarını görüyoruz. Mis Sokak, İmam Adnan. Dışarda tek bir masa yok. Yayaları düşünmüşlerdi ya kaldırırken, artık yaya bile geçmiyor o sokaklardan. Tuhaf bir görüntü.Miting meydanı gibi İstiklal Caddesi ve onu dik kesen bomboş sokaklar. Meraklısına diyeyim, kalkan yalnızca alkol masaları değil, daracık sokaklardaki kahveci mekanları da, hani buluşulup nefis Türk kahvesi içilen has kahve bile çay ocağına hapsedilmiş.
İstiklal'de lüks görüntülü bir yer vardır. Tutku'yla imreniriz hep. Köşebaşı, cafeyle kitapçı arası. Ama bizim Yakın'a benzemez, şık kitap raflarıyla masalar iç içedir. Yan taraftaki masaları yerini eşiğe serilmiş film afişlerine terketmiş. Film afişlerinin üzerinde oturup sigara içmek de bi acıklı geldi nedense. Atlas sinemasının binası restore edlmiş, dünya markalarının satıldığı alışveriş merkezine dönüşmüş. Rüya sineması kapatılmış.
Kuşçu oğlanın sesi geliyor. Fiiiiyuuut, huuuooo! Balkunun duvarındaki güvercin eşlik ediyor sese. Belli aralıklarla -ama çok sık değil- sürdürüyorlar göyüzüne ses salmayı. Yukarıda dört kuş. Baktığım yerden siyah görünüyorlar. İkisi dağınık uçuşlarda. Diğer ikisi birlikte, birbirine paralel dönüp duruyorlar. Ama ne dönmek, saatlerce. Biri kaçmak istiyor da sanki, diğeri iknada. Zaten kaçamıyor, gelemiyor, inemiyor aşağı. Bir aşk inadı gibi. İki arada bir derede, mağrur ve de çaresiz.
Eh be kuş diyorum, kuşsun işte, iniver aşağı, aşk hazır, yem su hazır. Baktın sıkıldın uçar gidersin yine, seni tutamazlar ki.
Elimde çay içen komşulara karşı seramik kupada bira.
Karşıdaki apartmanın arkasına kısmet saklı üç katlı evin çatısında yaşı hayli geçkin bir hayırsız oğlan, kuşçu!
Güvercinleri var, mecbur kalmadıkça girmiyor görüş menziline. Gün batmak üzere. Gökyüzü alavlere teslim. Komşu balkonlarda çay sefaları. Gün boyu kafamızı belleyen seyyar satıcı ses yükselticileri susmuş. Soğan, patatiz! Domateeez geldi, üç kilosu 5 liraya, salçalık kışlık domateeeez! Halılarınız, kilimleriniz (iç gıcıklayıcı bir kadın sesinden teybe alınmış) metresi bir liraya overloklanır!
Tüm sesler kesildiğinde yankılanıyor zihinde en çok.
Gündüz dişçi randevusu için Osmanbey'e gidilmiş. Ara dere bir yerde mekan keşfetme arzumuz nüksetmiş, Antik Kafe adlı bir yer bulmuşuz. Cafeyle, eskici arası bir mekan. İçerdeki herşey satılık, plastik çiçekler, el yazması hat levhalar, kapağı kırık otuz kırk yıllık şekerlikler, eski dergiler bir arada. Çayı şahane. Sahibi dünyaya geç gelmiş olmaktan yakınıyor. Kimbilir vaktiyle ne değerli objeleri üç otuz paraya satmak zorunda kaldı da "Şimdi internet var diyor, koyuyorsun şıp diye teklif geliyor." Ederini sorduğum hat levha gerçek değilmiş, öyle güzel eskitilmiş ki eski gibi duruyor. Ben orjinal peşinde ama ikisini ayırdedemiyen bir yandan, elli liralık fiyata bakarız diyorum, sonra.
Oradan Taksim'e yürüyoruz, az yol değil. Hesapta sahaflar buluşmasına gidilecek. Her yıl yapılıyor İstanbul'da, bu ülkenin tüm sahafları katılıyor. Kolleksiyoncu değiliz, anlamayız, üstelik para da yok. Olsun, kitap kokusu yeterli deniliyor. Sonra Beyoğlu'nun sokaklarını görüyoruz. Mis Sokak, İmam Adnan. Dışarda tek bir masa yok. Yayaları düşünmüşlerdi ya kaldırırken, artık yaya bile geçmiyor o sokaklardan. Tuhaf bir görüntü.Miting meydanı gibi İstiklal Caddesi ve onu dik kesen bomboş sokaklar. Meraklısına diyeyim, kalkan yalnızca alkol masaları değil, daracık sokaklardaki kahveci mekanları da, hani buluşulup nefis Türk kahvesi içilen has kahve bile çay ocağına hapsedilmiş.
İstiklal'de lüks görüntülü bir yer vardır. Tutku'yla imreniriz hep. Köşebaşı, cafeyle kitapçı arası. Ama bizim Yakın'a benzemez, şık kitap raflarıyla masalar iç içedir. Yan taraftaki masaları yerini eşiğe serilmiş film afişlerine terketmiş. Film afişlerinin üzerinde oturup sigara içmek de bi acıklı geldi nedense. Atlas sinemasının binası restore edlmiş, dünya markalarının satıldığı alışveriş merkezine dönüşmüş. Rüya sineması kapatılmış.
Kuşçu oğlanın sesi geliyor. Fiiiiyuuut, huuuooo! Balkunun duvarındaki güvercin eşlik ediyor sese. Belli aralıklarla -ama çok sık değil- sürdürüyorlar göyüzüne ses salmayı. Yukarıda dört kuş. Baktığım yerden siyah görünüyorlar. İkisi dağınık uçuşlarda. Diğer ikisi birlikte, birbirine paralel dönüp duruyorlar. Ama ne dönmek, saatlerce. Biri kaçmak istiyor da sanki, diğeri iknada. Zaten kaçamıyor, gelemiyor, inemiyor aşağı. Bir aşk inadı gibi. İki arada bir derede, mağrur ve de çaresiz.
Eh be kuş diyorum, kuşsun işte, iniver aşağı, aşk hazır, yem su hazır. Baktın sıkıldın uçar gidersin yine, seni tutamazlar ki.
Elimde çay içen komşulara karşı seramik kupada bira.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)