30 Aralık 2010 Perşembe

sweet kitchen

sweet kitchen

ÖZLÜK- anlamı bana...

A: Ayak, ayakkabı, anne, annelik, anı, arkadaş, ayraç,asma, asmak, anlam, alık, ahmak, ardıç, aylak, anlak, ahlak, ayıcık, anmak, ayrımcılık, ahbap, alınganlık, avunmak, aymak, azıtmak, AŞK...

B: baba, balık, bayağılık, basmak, bakmak, basınç, bolluk, başka, boşluk, borç, bozuk,

C: Ceyhan, can sağlığı, camaltı, canım, cansız, canavar, cins, cam bardak, 

Ç: çardak, çarık, çay suyu, çamaltı, çayır, çimen, çeşme, çarşamba, çatık kaş, çağla, çiğdem, çamur, çarşı,

26 Aralık 2010 Pazar

ders verilir, ders alınır :))

Kış sezonunun yarısı geçmişken, ben hepten umut kesmişken aradılar Nazım Kültürevi'nden.
- bu yıl da yapar mıyız Yıldız Hanım?
- yaparız, elbet...
Söz konusu ders yaratıcı yazarlık. etkin ve yetkin miyim bu konuda? Bu konudaki en yoğun sancıları yaşayan biri olarak etkinliğim su götürmez sonuçta. Empati karlı dağlar misali yüksek olacaktır.
Yetkinliğe gelince, geçen yıl bu konuda ciddi zaman ve emek harcadım. Güvendiğim tüm kanallardan yardım aldım. Çok dillendirip, güzel diller dinledim. Bol kitap karıştırıp, miniminnacık notlar üzerinde karınca gibi çalıştım. Yöntem geliştirdim, özgürlük sınadım.
Çokça da hayal kurdum, kurgu üzerine, büyübozumu üzerine.
Her çarşamba öğle başlayan karın ağrılarım, ders sonrası sevince bıraktı yerini. Kanatlandım sınıfı bölüştüğüm gençlerin heyecanından.
Bir kez daha yola çıkıyoruz işte,
tarih 6 Ocak 2011,
saat 19.00...

15 Aralık 2010 Çarşamba

ıssız

şimdi kim bekler o sahilleri?
balıkçıların umut yükleri,
yazdan kalma çocuk gülüşleri.

bir bilmecem var çocuklar!

beyaz
ince
uzun
pahalı
günde
        yirmi
               kez
                   yanar
                           ?

edebiyatımızda en uzun cümleleri ilk Pamuk mu kurmuştur?

Mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük şartı vardı. Biri İstanbullu olmak, öbürü de Boğaz'da yetişmek. Üçüncü ve en büyük şartının tıpkı tıpkısınaNuran'a benzemek, Türkçeyi onun gibi teganni edercesine konuşmak, karşısındakine onun gözlerinin ısrarıyla bakmak, kendisine hitap edildiği zaman kumral başını onun gibi sallayarak konuşana dönmek, elleriyle aynı jestleri yapmak, konuşurken bir müddet sonra kendi cesaretine şaşırarak öyle kızarma, hiçbir özentisiz, telaşsız, büyük ve geniş, suları, dibi görünecek kadar berrak, bir nehir gibi hayatın ortasında hep kendi kendisi olarak sakin, besleyici akmak olduğunu o gün değilse bile o haftalar içinde öğrendi. /Tanpınar-Huzur

Pamuk'un Masumiyet Müzesini okurken hayran olduğum zamanın özüne yolculuk yapan cümleler Tanpınar'ı yıllar sonra yeniden okurken canlanıveriyor  zihnimde.

Ey Nobel'li üstad, bu kadar mı beslenilir koca ustadan. O usta ki kendi tanımıyla bir "sükut suikastine" kurban gitmişken.

Ve bir de, ey yüzyılımızın büyük aşıkları, hadi böyle anlatın bakalım sevdiğiniz kadını ya da erkeği. Sevmek için yalnızca kendisine benzemesi gerektiği koşulunu atlamadan.

Benden umut yok anlatın, okuyalım...

aşk?

....
Bu, ne yaparsa yapsın, hangi mutlak veya erişilmez alemlerde dolaşırsa dolaşsın, insanoğlunun hayatın kanunları içinde yaşamasıydı. İşte bir adam ki Tab'i Mustafa Efendi veya Dede'yi tanımadan, Baudelaire'e ve Yahya Kemal'e hayran olmadan sevebiliyordu. / Tanpınar-Huzur