Çıkmaz diyordum, çıktı.
İnanmıyorum diyordum, geldi.
Yoksul, yoksun hayatıma öyle bir sessiz sedasız, az sevinçli, aşırı şaşırmalı katıldı.
Utana sıkıla imzalar, sanki ilk heyecan (ama, evet ilk şiir kitabı sonuçta)
Dostlarımın yüreklendirici kutlamaları, yolu açık olsun dilekleri.
Arada hala benimseyememe halleri, kapağı okşayıp "sonunda" diyememe halleri.
Bir kocaman yabancılaşma balonunun içinde yuvarlanmalar.
Sıkışmış trafikte, Gönül'ün arabasında Nermin'in dillendirdiği dizeler.
Nedense, sanki benim değil gibi, başkasınınmış gibi tuhaf haller.
Biralı şaraplı, çok sevindirici kutlamalar.
"İyi ki varlar" dostları. Gerçekten de, iyi ki varlar!
Yine de, herşeye rağmen tek eksik, Dilizi'nin Kordon'daki timsah yürüyüşünün ertelenmesi...
26 Nisan 2011 Salı
AZ
" Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için.Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi..."
İlk kitabı "Kinyas ve Kayra"yla aklımı çelen Hakan Günday, Az'da kendini aşmış. Korkuyu, düşgücünü, aklı fikri geçmiş, koşmaktan yorulmayıp durmayı unutmuş bir de.
Yeni dönem yazınımızda T. Robins tadında, Palanchuk'u (doğru mu yazdım şimdi bu çılgının adını) fersah ardında bırakmış. Yatırca'dan Londra'ya, masumiyetten pornoya salmış sözcük atlarını.
İyi yapmış yapmasına da, işten, uykudan, huzurdan feragat talebinde.
Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için.Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi..."
İlk kitabı "Kinyas ve Kayra"yla aklımı çelen Hakan Günday, Az'da kendini aşmış. Korkuyu, düşgücünü, aklı fikri geçmiş, koşmaktan yorulmayıp durmayı unutmuş bir de.
Yeni dönem yazınımızda T. Robins tadında, Palanchuk'u (doğru mu yazdım şimdi bu çılgının adını) fersah ardında bırakmış. Yatırca'dan Londra'ya, masumiyetten pornoya salmış sözcük atlarını.
İyi yapmış yapmasına da, işten, uykudan, huzurdan feragat talebinde.
duman işaretleri
Kısa kesik duman işaretleri.
Derin derin aldığın soluğu, yavaş yavaş verirsin yüksek dağlarda. Nice tırmanmalardan sonra çıktığın açıklık. Kazandığın doruk. Azalmış sözün duruluğu. Kaynak suyu berraklığı.
Ben ne yapmam, ne söylemem gerektiğini yalnızca kağıt üstünde bilen biriyim, der hikayeci.
Söylediklerimi, gösterdiklerimi buna göre tartıp biçin. Sizden tek isteğim, hız yapmayın okurken. Göze az görünenler, hızda çabuk kaybedilirler.
Aramızda uzaklığa güvenerek biraz daha geri çekileyim, bir ondan bir bundan anlatayım.
Hatırınızda kalanlarla yaşayayım daha sonra.
Bir çakım, bir an; ama ateş ama duman.
Hızdan şikayetçi sevgili Murathan. Gel gör ki ard arda üç kitapla sarıverdi çevremizi. Kibrit Çöpleri, kısa hikayelerinde oluşuyor, yine dolu, yine ölesiye kıskandırıcı. Tüyap'daki söyleşisinde salon yıkılıyordu, gitmedim, dinlemem keçiyi bir daha, öyle arsız agresif bir haller falan. Yazdıklarına gelince orda dururup ki nasıl. Gerçi Kadından Kentler'deki düşkırıklığımı hala onarmış sayılmam. Yine de kısa kısa dillendirmelerle hayat bilgisi Kibrit Çöpleri.
Bitmesin diye ara ara, az az okunuyor.
Haaa, AZ deyince, neyse onu sonra anlatırım...
Derin derin aldığın soluğu, yavaş yavaş verirsin yüksek dağlarda. Nice tırmanmalardan sonra çıktığın açıklık. Kazandığın doruk. Azalmış sözün duruluğu. Kaynak suyu berraklığı.
Ben ne yapmam, ne söylemem gerektiğini yalnızca kağıt üstünde bilen biriyim, der hikayeci.
Söylediklerimi, gösterdiklerimi buna göre tartıp biçin. Sizden tek isteğim, hız yapmayın okurken. Göze az görünenler, hızda çabuk kaybedilirler.
Aramızda uzaklığa güvenerek biraz daha geri çekileyim, bir ondan bir bundan anlatayım.
Hatırınızda kalanlarla yaşayayım daha sonra.
Bir çakım, bir an; ama ateş ama duman.
Hızdan şikayetçi sevgili Murathan. Gel gör ki ard arda üç kitapla sarıverdi çevremizi. Kibrit Çöpleri, kısa hikayelerinde oluşuyor, yine dolu, yine ölesiye kıskandırıcı. Tüyap'daki söyleşisinde salon yıkılıyordu, gitmedim, dinlemem keçiyi bir daha, öyle arsız agresif bir haller falan. Yazdıklarına gelince orda dururup ki nasıl. Gerçi Kadından Kentler'deki düşkırıklığımı hala onarmış sayılmam. Yine de kısa kısa dillendirmelerle hayat bilgisi Kibrit Çöpleri.
Bitmesin diye ara ara, az az okunuyor.
Haaa, AZ deyince, neyse onu sonra anlatırım...
3 Nisan 2011 Pazar
kendimden NE haberler...
Bu blogda kendimle söyleşmeye (bir kaç dost dışında) başlayalı epey oldu. Yazdım, yazamadım, merak edildim bazen, yasaklara geldim, sonrasında damat torpiliyle yerli yerinde işte yazdıklarım.
Kış bitmek bilmedi, iş bitmek bilmedi, dert, tasa, sorun, hastalık, diz ağrısı bitmek bilmedi bu yıl.
Huzur adına sadece Tanpınar'a dönebildik yüzümüzü süreçte.
Okumalar, yazmalar, görüşmeler, üretmeler, ödemeler, sevmeler, sevilmeler, iyi olmalar yeterince, yine bir başka bahara kaldı.
Nazım'da başlayan atölye serüveni onbeş civarında kararlı-verimli-dost-meraklı yazar adayıyla sürüyor. Her dersten önce ders çalışan birine dönüştürdü beni ki, iyi yanımdır.
E şimdi bin yıllık düşümüz"sussesi" de yolda.
Kapağını kadim dostum Nail hazırladı.
Yüzünü görmediğim, ama sesini sevdiğim İstanbul'lu grafiker Sezin'le bıcır bıcır konuşuyoruz günde kaç kez.
Eşber Abi'miz ağır duruyor tane tane sözcüklerinin arkasında.
Muzaffer Kale, dostum Menekşenin Sayılı Günleriyle patlattı ağır topu.
Gözümü korkuttu doğrusu.
Sina'yla kelebek kovaladı gözlerimiz dünkü etkinlikte. Şiir kelebeği dedim içimden, Menekşeler için geldi.
Çocuklar üzgün, yorgun. Çocuklar iyi hissetmezse yanık olur anaların yüreği, bilirsiniz.
Gerisi iyilik sağlık demek isterdim, o da yok ortalıkta.
Şu yaşamak dediğin ölümün önünde eğlenmek desem, birileri kızacak biliyorum.
Ben nasıl bitireyim şimdi bu yazıyı?
Hayat tam da böyle bişey işte mi diyeyim, yine, bininci kez?
Kış bitmek bilmedi, iş bitmek bilmedi, dert, tasa, sorun, hastalık, diz ağrısı bitmek bilmedi bu yıl.
Huzur adına sadece Tanpınar'a dönebildik yüzümüzü süreçte.
Okumalar, yazmalar, görüşmeler, üretmeler, ödemeler, sevmeler, sevilmeler, iyi olmalar yeterince, yine bir başka bahara kaldı.
Nazım'da başlayan atölye serüveni onbeş civarında kararlı-verimli-dost-meraklı yazar adayıyla sürüyor. Her dersten önce ders çalışan birine dönüştürdü beni ki, iyi yanımdır.
E şimdi bin yıllık düşümüz"sussesi" de yolda.
Kapağını kadim dostum Nail hazırladı.
Yüzünü görmediğim, ama sesini sevdiğim İstanbul'lu grafiker Sezin'le bıcır bıcır konuşuyoruz günde kaç kez.
Eşber Abi'miz ağır duruyor tane tane sözcüklerinin arkasında.
Muzaffer Kale, dostum Menekşenin Sayılı Günleriyle patlattı ağır topu.
Gözümü korkuttu doğrusu.
Sina'yla kelebek kovaladı gözlerimiz dünkü etkinlikte. Şiir kelebeği dedim içimden, Menekşeler için geldi.
Çocuklar üzgün, yorgun. Çocuklar iyi hissetmezse yanık olur anaların yüreği, bilirsiniz.
Gerisi iyilik sağlık demek isterdim, o da yok ortalıkta.
Şu yaşamak dediğin ölümün önünde eğlenmek desem, birileri kızacak biliyorum.
Ben nasıl bitireyim şimdi bu yazıyı?
Hayat tam da böyle bişey işte mi diyeyim, yine, bininci kez?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)