Hayatımız...
İçinde insana dair tümü taşıyan, içinde aslında yeniye yer bırakmayan bir yüzyılda, yeninin kocaman karınlı bir yalan gibi diretildiği üzgün hayatımız.
Kalabalık otosüs duraklarına, insan selinin öfkesi gizli enerjisine tutsak caddelere, avare gençlerle örtülmüş cafelere, büyük komplonun tıka basa doldurduğu TV ekranlarına mahkum hayatımız.
Vicdanın eskimiş bir kadın adı olarak algılandığı, vefanın bozacı sayıldığı, bir dostluk gösterisinin şaşkınlıkla karşılandığı zamanlara yayılan hayatımız.
Konuşma balonlarını, unutma balonlarına kaptıran çizgi roman, hayatımız.
Bekleyeni aşağılayan, yürüyüp gideni alkışlayan, yüzünü ağlama duvarına döndürmüş hayatımız.
Dünyayı kanla ateş kaplamışken, yüzüne çelik kapı taktıran hayatımız.
"Kime"sorusunu hiç düşünmeden "bana, bana" diye yanıtlayan egolarla çevrili hayatımız.
Kini, nefreti, acımasızlığı, bilgisizliği, ukalalığı, şımarıklığı, adamsendeciliği, bencilliği, düşüncesizliği, sorumsuzluğu, aptallığı, saygısızlığı, sevgisizliği, tapınmayı kutsayan hayatımız.
Bu hayatı "hayatımız" kılmak istemeyene, oturup öykünün "Ğ" halini yazmak düşer artık...