20 Ağustos 2013 Salı

oy fırtına deresu

Akşam kaldığımız yerde dev ateş, çay sürekli (başka bişey vardı da biz mi içmedik) hızlı Hemşin Halayı öğretisi, sohbet.
Uzun süredir şiir yazmıyordum, gidip çağıldayan suyla aktım biraz.
Bir derenin yanında yaşayıp, kulaklarım susesiyle dolu bu kez, sivriliklerimi bir iyice  törpüleyip yuvarlak bir taş olana kadar diye düşündü içim.

karşılayıcı


burda konaklanmaz mı

Hatta köprü çok sallanıyor diye geri dönmekten korkulup yerleşilir bile.

geçenken ıslanmayın diye

Çok köprüler gördüm, bu korumalısı. Hayır yağmurda buraya mı sığınılıyor, geçmeye hizmetse üstü hangi akla uyup örtülür, ama altından avize sarkanını fotoğraflayamadım diye hayıflandım sonradan.
Sanırım balıklara aydınlatma hizmeti.

Trabzon Atatürk Müzesi

Binayı 1890 da Kostantin Kabayanidis ailesi için yaptırmış. Atatürk gemiyle geçerken görmüş, çok sevmiş. Trabzon halkı da kendisine hediye etmiş.
Tabii bu olaydan önce tarifi kendinden mümkün nedenlerle bu Rum vatandaşımız çoktan yurdunu başka bir yurtla değiştirmiş.
Tüm manzaraya hakim bir konumu var. Atatürk vasiyetini burada yazmış. Gitme şansı olanlar üst kattaki özgün haritaya mutlaka bir göz atsınlar derim.
İçi bakımsız, banyoya alafranga tuvalet eklenmiş, akla zarar. Perdeler ve avize yere düşmek üzere. Çalışma odasındaki ilk Remington'lardan olduğunu düşündüğüm daktilo bıraksanız bir lokomotif gürültüsüyle olup biteni yazmaya başlayacak sanki.
İçeride fotoğraf almak yasak, sorduğumda nedenini içeride izdiham oluyor diye özetliyorlar. Peki diyorum, nette bu müzenin bir görüntülü sayfası var mı, yokmuş. 
Belleğinize aldığınızla yetineceksiniz bu durumda.
Ev o zaman için inanılmaz bulacağınız ayrıntılarla dolu. Yerden ısıtma, tavana yakın sıcak hava üfleyen delikler, işlemeli demir radyatörün ortasında açılan, yemek ısıtmaya yarayan bir dolap, yemek orasında.
Sonrasında Makbule Hanım'a intikal etmiş, ondan il özel idaresi almış, şimdi de müze.
Kostantin Bey'e ne olmuştur derseniz, ben de bilemedim.

16 Ağustos 2013 Cuma

ve huzurlarınızda Uzungöl



Bu fotoğrafları çekebildim diye övündüm kendimle elbet, ama güzel olan bize sunulan bu olağanüstülük.
Arapların gözdesi olmuş bir süredir. Ülkelerinin iklimi, siyaseten yaşadıkları malum. Şaşırmak gereksiz bu seçime de vadide yerleşim alanı pek kısıtlı, sonuçta ülkem dağı oyup bina yapmakta usta. İşin bu kısmı ürkütücü.

yaylalar yaylalar

Çaykara üzerinden, Uzundere'nin yanı başından yol alıyoruz, Uzungöl'e doğru. İlk hedefimiz arasında Lostra ve Karaster yaylaları var. 2200 m. lik bu yüksekliğe minibüslerle çıkıyoruz, yol facia. Dar, çok virajlı, dik.
Sürücümüz Doktor (minübüsünde doğum yaptırmış yıllar önce, adı bu yüzden doktor, arkadaşları, ha bunden olsa olsa ebe olir da, önemsatiyar genduni, diyorlar) yola bile bakmıyor neredeyse.Dönüp bize laf yetiştiriyor. Hikayeler anlatıyor. Devrimciymiş, başı çok derde girmiş falan.
Bizi de toptan geziye çıkmış GEZİCİLER sanıyor olmalı. Maskaralığın bini bir para, arabanın içi çığlığa kahkaha ekleyenlerle dolu.
 1600-2000 metreye kadar ağaç yoğunluğu var. Köknar, ladin, iğne yapraklılar. Yabancılar burayı görünce pek şaşırıyorlardır sanırım, her biri bir noel ağacı.
Daha yükseklere çıkınca bitki örtüsü çayır, çimen, çiçek.
Yöre halkı çelik damlı evler yapmış kar tutmasın diye. Dile kolay yılın en az 250 günü yağış alıyor buraları. Yazdan hayvanları için ot kesip kurutuyorlar.
Bu teller inekler düşmesin diye. İnatçıdır derler ya Karadenizliler için, onlar bu yamaçlarda ayakta durmak için bile inat etmek zorunda olduklarından sanırım.
Bu bahçelerde kertenkele bile baston kullanır diyor, yörenin yaşlıları.
Yayla evinde çay, süt ikramı. Süt içmeye cesaret edemedim, gerçeğini yıllardır görmemiş bünye şaşırmasın diye. Ama çayın tadı hala damağımda.

Sürmene

Eski adı Sormana, sor:büyük, ma: ana,na: onun yurdu demek. Yani büyük ananın yurdu. Anaerkil dönemden kalma bir isim.
Gele gele kabadayısı ve dövme çelik bıçağıyla ünlü bir yere dönüşmüş.
Fotoğraftaki bıçak grubu kan oluklu MEŞHUR bıçakları. Ölümü kolaylaştırmak ve garantilemek için.

öylesine bir çay macerası

Trabzon'un ortasında bir park ve bir çay bahçesi. 8 çaya 30 lira ödedik, pek şaşırdık. Turizmciler turistten nefret ederler, çünkü turistler tatildedir. Hakan Günday/ Malafa
Yapılacak bir şey yoktu netekim.

hayat sürprizlerle dolu

Sümela yolunda rock dinletisi, hep hayıflandım böyle bir yeteneğim olmadığı için, hem ruhunu dinlendir, hem kişisel tarihine yaz ben nerelerde konser verdim diye, hem tatilini bedavaya getir. Kıskandım desem yalan olmaz. Sesi de güzeldi üstelik.

15 Ağustos 2013 Perşembe

Karadeniz Yollarında/ Sümela

Yıllardır istenip de çıkılamayan bir Karadeniz Yolculuğu Olcay'ın destek ve yüreklendirmesiyle hayata geçirildi sonunda. 4 Ağustos Pazar sabahı 1,5 saatlik sorunsuz bir uçak yolculuğundan sonra Trabzon hava alanındayız. Tur rehberimiz Soner ve asistanı Volkan karşılıyorlar bizi. Adana'dan, İstanbul ve Ankara'dan gelenlerle birlikte otobüse geçiyoruz. Böylelikle sekiz gün sürecek ucu açık maceramız başlamış oluyor.

İlk durağımız Maçka üzerinden Sümela
Manastırı. Vadide çok kalabalık, garsonları şaşkın, önce yemeklerin sonra hesabın bir türlü gelmek bilmediği, hele çay kahveye ulaşmanın imkansız olduğu dere üstü bir yerde alıyoruz öğle yemeğini. "Yemek almak" deyişi o andan itibaren düşmek bilmeyecek zaten rehberimizin dilinden. Mıhlama, turşu kavurması ilk etapta tadılıyor tarafımdan ve seviliyor da. Diğerleri ızgara et, tavuk, alabalık tercih etmişken. Sonrasında istikamet dağların zirvesini binlerce yıldır süsleyen Sümela.
Böyle bir teleferik var Sümela'nın tepesinde, ne zaman hangi amaçla kullanıldı belirsiz.
Görüyorsunuz, freskleri fotoğraflarken flaş yasak, her türlü tahrip serbest.
Sümele yolunun doğal koruyucuları, ağaçlar ve kökleri
Uzaklardan kadraja alınmaya çalışılmış hüzün manastırı Sümela