27 Kasım 2010 Cumartesi

BENİ BENDEN ALAN...


Ruh dediğin şey - nane ruhu olmadıkça- kendini alıp savuran tabiata düşkün oluyor. Bir ufka uzun bakmayı, taklit edilemeyen renkte uzun kalmayı seviyor.


Kendinden çıkıp dokuya karışmayı, onun bir parçası olmayı, eriyip yok olmanın hazzını tatmayı önemsiyor.


Benim ruhum dediğim şey, her neyse, sık sık başını alıp uzaklara gitmeyi, benden bağımsız bir kaç saniyede hayata karış karış dolaşmayı beceriyor. Geceleri ağır abla rüyaları gördürüp canımı üzerken, sabahları gün ışığıyla birlikte dünyanın tüm ezasını cefasını bungunluğunu üstüme yığarken bir yandan, önüme koyduğu sorularla uğraşırken ben, o her daim her sınavda sınıfta kalıyor.


Ne zaman özgür bırakıyoruz birbirimizi, boşanıyoruz birbirimizden, vazgeçiyoruz soru-cevap ve çıkışsız yerlerden keyfi yerine geliveriyor.


İşte o zaman yoksul heybesini boynuna asmış, heybesinde su yerine tuz, heybesinde azık niyetine şiir, alıp başını yürüyor, mahzun kafesini ardında bırakıp.


Halden şikayet beceriksiz adem işidir deyip hem, sevinç kuşunu da omzuna alıp, fotoğrafın içine içine sürükleyip ayaklarını, beni terkediyor.

10 Kasım 2010 Çarşamba

avucundaki kuşa merhamet dostum!

Hayli uzak zamanda, sesi pek uzaklardan, fildişi kulesindeki bitip tükenmek bilmez yalnızlık yankılarından ulaşan bir prenses varmış.
Bir yorgun prenses.
Bu ses, ıssız adasında hükümranlık kurmuş prense ulaşmış bir vakit.
Sözcüklerin Prensi'ne.
Prens, yorgun prensesin sesine sözcükleriyle ilham katmış.
Öyle ki aralarındaki denizin dalgaları bir köpürmüş bir durulmuş.
Tuzu çekilmiş denizin, suyunun üstünde köprü kurulmuş safi tuz.
Rüzgar kimi fırtına olup esmiş kimi kez yalnızca fısıldamış.
Fısıltı dediğin, hepten susmak değildir ki. Bazılarına avaz olur.
İşte evvel şatolarda yaşayan bir başka prensese de ulaşmış sonunda, nağmesi caz olmuş.
Yüzlerce mumun ışıttığı süt banyolarına düş taşımış.

...

Masallar böyle başlar dostum.
Nasıl biteceği yazanın, okuyanın, dinleyenin insafına bağlıdır.
Bazen iyiye yorulacak düşlere vesiledir.
Bazen gökten üç elma düşer, yetmez.
Biri kokusunu yazar elmanın, biri günaha sayılır cennetten kovdurur, öteki zehre bulayıp sunar mazluma da yeni bir masalın konusu olur.
Hem masal dediğin ne ki diye omuz silkene, yenisi yazılmaz.
Yazının başlığını soracak olursan dostum, boşver der yürür giderim...