29 Mart 2010 Pazartesi

BOZUK!...

Tam bir yıl, kırkiki gündür bozuk bir bulaşık makinası, birkaç aydır bozuk fırın ve aspiratör, bir haftadır da bozuk çamaşır makinasıyla bölüşüyorum bu evi.
Yurdumda işsizliğin kol gezdiği zamanlarda, tamirci adı verilen garip iş koluyla türlü temaslara rağmen hem de.
Tam bir yıl kırkiki gündür Alsancak'ta otobüsten inmiş olup, benim eve doğru kolunun altında tahliye motoruyla yürüyen biri var örneğin.
Cumartesi sabahı erken saatte gelecek , hatta öğleye dek tüm işi halledecek iki kişi daha.
Ortak su saatinin ayrılması için gelip oraya buraya bakıp birtakıp saçmalıklar geveleyen üç ekip daha.
Bozuk sözcüğünü telaffuz ede ede sözcük anlamını yitirdi bu evde ve de bende sonunda.
Bozuk hayat, bozuk düzen, kafam bozuk mesela.
Anlamını yitirdi.
Çarşamba öğleden sonra atlayacağım uçağa, ver elini İstanbul.
Nelerin nelerin hala ve inatla bozamadığı, büyüsü kendinden menkul bir kente gideceğim.
Yeni bir haftanın şu saatlerinde sabah erkenden geleceğini söyleyen tamirci bandosunu beklerken yazdım bunları.
Az sonra ekşi sözlüğün "BOZUK" maddesine bakarak hayatın bozuk yanlarıyla dalga geçmeyi sürdüreceğim bu kez...
Not: Fotoğrafı da yurdumun tüm bozuk tamircilerine ithaf ediyorum, bişey değil lafı mı olur...

23 Mart 2010 Salı

HAFTASONU

Geçirmişiz, gitmiş işte. Tutku gelmiş, Faruk gelmiş. Umutsu yeni imajı olan siyah montu, siyah botu, siyah gitarına siyah gözlük eklemiş. Umut yeni kız arkadaşıyla arz-ı endam eylemiş. Cumartesi Güneş'te ondört kişi onbeş çeşit yemek eşliğinde son balık Tutku'nun doğum günü kutlanmış. Ailede birbirine hiç benzemediğini iddia ettiğimiz ancak duygusallıkta birbiriyle yerışan beş balık aynı anda görüntülenmiş, altıncısı olan Evren huzurumuzu daim kılmak için nöbetteymiş, akıllar onda kalmış.
Üç gün dediğiniz nedir ki küçücük yaşamlarımızda, içindeyken uzun ağdalı, dışına çıktığınızda tüy zaman.
Düğün salonlarının çim tohumu markalarından, strafor pastalara dek bilgilenilmiş. Şamdan ve çiçek konusu bilirkişi edasıyla çözülmüş, menüyle mönü arasında bildik tüm saçma yiyecekler gözden geçirilmiş, müzisyen kalitesi acıklı şarkılar repertuvarı dahil sorgulanmış, en sonunda 11 Eylül'de yeni evli çiftin İzmir saat kulesine uçakla girme esprisiyle olay bağlanmış.
İstanbul'a çocuklarla gidiş planı 26 sındaki okuma klubü ve 29 undaki sergi tantanaları nedeniyle ertelenmiş.
Çocuklar uğurlanmış, buzdolabında onlar için hazırlanan onca yemek sarma hariç, midye dahil boynunu büküp kalmış.
Özlem dinmeden, merak edilen herkesle görüşülemeden, haftasonu bitmiş.
Arkalarından su dökmek yerine gidenlerin, oturulup yeni bir mask yapılmış; güzel olmuş, içe sinmemiş.

"Miş" tuhaf büyülü bir takıdır.
Hayata her zamanki gibi üç noktasını koymuş...

19 Mart 2010 Cuma

ŞİİRİM OLSUN...


Bugün başlıyor şiir günleri. Eksik kalacak değilim elbet. Hiçbir biçimde gitmemeye karar vermiş olsam da dün akşamdan beri kentime ayak basmış olan şairlerin tedirgin imgeleri sızıyor bu evin içine. Yüreğin kapıları sözcüklere nedenli nedensiz kapanmış gibi görünse de işte uyanılmıştır gece yarısı ve farkına varılmıştır vahim halin.

Çekmece şairi diye dalga geçile geçile özümüzle, çekmeceler de kilitlenmiş sonunda, anahtarı kayıp denizlerin diplerinde kaybedilmiştir bir kez daha.

Aslında ben yazanın kendi halinde olanını severim. Yaratıcılık adına güneşten bir parça koparmaya çalışan insanoğlunun şu iz ve toz varoluşu hep acıklı bir yerden sızlatır burnumun direğini. Öyle ya karınca gibi olmalı şair dediğin. Sonuçta ihtiyacın olan her şey etrafına serpilmiş beklemekte seni. Sözcük dediğin, imge dediğin, ritim dediğin ne ki? Hepsi birkaç santim uzağında seni bekler durur. Sana kalan derleyip toparlayıvermek. Say, bir minik menekşe demeti. Sonrası elden, dile.

Hal böyleyken, uzun zamanlar, uzun uzun susulur nedensizce.

Adına şiir denilen heves kuşu bir eskimonun, bir mısırlının omzuna konmuştur da bin yıl önce senden esirger kendini.

Verili hayatın bitip tükenmek bilmez safsatası seni esir almıştır sonunda.

Unutursun hergün hazırladığın yapılacaklar listesine iki yudum dize eklemeyi.

Hatta birkaç nefeslik imge derlemeyi. Unutmasan da zihninin labirentlerinde harcarsın sesin estetiğini.

Oysa pekala bilirsin tam da ihtiyacın olan eksik şiirindir. Ve yeniden başlarsın serin güneşli sabaha dizelerle, bitirebilmeyi de umarak;


biz o yaz,
incirin her bir çekirdeğine
süt emzirdik
aşkımızdan...

narın tanelerini
sonbahara bıraktık...

12 Mart 2010 Cuma

NEREDEYDİM?


Bir kez burada değildim tam onbeş gündür, az önce blogu açınca gördüm. Atölye Karaburina'nın bir kısmına benim de tanıklık ettiğim yün, tığ, incik boncuk ve mask hikayelerini okudum önce. Alem kız şu Deniz. Oskar'dan bisiklete, fuardan masklara herşeyi zaten pek bi güzel anlatmış. E, ben de ekleyeyim ki tek bir maskla katıldığım kadınsı cümbüşten - pardon kadın emeği fuarından- az yorgun, pek bi bezgin çıktım. Bütün o akıl almaz çabalara, emeklere, imkansızı çağrıştıran, deli bunlar dedirten ürünleri görünce birden çözüverdim ülkemin hal ve ahvalini. Kaçışın bu kadarı mı olur, kahvede taş dizen yorgun ve bezgin ve de çoğu işsiz adamlarını beklerken bunlar, bu kadınlar bit kadar boncuklarla tutunmuşlar hayata. Belki üç kuruş katkı diye diye aşmışlar kendilerini ki o kadar olur yani.

Ceplerinde bir bardak çay içecek parası bile olmayan yurdumun yoksul ama kendine inanmayı sürdüren bu kadınları ipten, boncuktan, nakıştan, fırçadan medet umup gökkuşağı gibi bir ütopya yaratmışlar kendilerine. Çoğunu elinize alıp hayretten donakaldığınız bu ürünlerin ederleri de iç acıtıcı üstelik. Böyle iki gün üzerinde çalışılan el emeği göz nuru deyip geçiliveren bir kolyeye on lira dediklerinde kanınız donuyor.

Eskiden de bu kadınlar "elti eltiye küstü" den, "zeki müren göbeği" ne olmadık işler kotarırlardı da bunları kızın çeyizine, torunun sırtına verirlerdi. Akşam işten yorgun, elinde file eve varan saygın kocalar gelmeden toplayıverirlerdi ortadan.

Ah dedirtiyor artık sadece ah!

Bana gelince, tek bir ürünle "kara dul" la katıldım sergiye. Ederini belirleyemedim. Satın almak isteyen oldu vermedim. Kıyamadım mı? Bunu itiraf etmek kibir sayılır, kendimi yargılamaya gerek yok bu konuda. Bu saçma günler de geçip gitti sonunda.

"Neredeydim"in yanıtı olarak yazdım, kurtuldum...