Hayli uzak zamanda, sesi pek uzaklardan, fildişi kulesindeki bitip tükenmek bilmez yalnızlık yankılarından ulaşan bir prenses varmış.
Bir yorgun prenses.
Bu ses, ıssız adasında hükümranlık kurmuş prense ulaşmış bir vakit.
Sözcüklerin Prensi'ne.
Prens, yorgun prensesin sesine sözcükleriyle ilham katmış.
Öyle ki aralarındaki denizin dalgaları bir köpürmüş bir durulmuş.
Tuzu çekilmiş denizin, suyunun üstünde köprü kurulmuş safi tuz.
Rüzgar kimi fırtına olup esmiş kimi kez yalnızca fısıldamış.
Fısıltı dediğin, hepten susmak değildir ki. Bazılarına avaz olur.
İşte evvel şatolarda yaşayan bir başka prensese de ulaşmış sonunda, nağmesi caz olmuş.
Yüzlerce mumun ışıttığı süt banyolarına düş taşımış.
...
Masallar böyle başlar dostum.
Nasıl biteceği yazanın, okuyanın, dinleyenin insafına bağlıdır.
Bazen iyiye yorulacak düşlere vesiledir.
Bazen gökten üç elma düşer, yetmez.
Biri kokusunu yazar elmanın, biri günaha sayılır cennetten kovdurur, öteki zehre bulayıp sunar mazluma da yeni bir masalın konusu olur.
Hem masal dediğin ne ki diye omuz silkene, yenisi yazılmaz.
Yazının başlığını soracak olursan dostum, boşver der yürür giderim...
bu bir sayıklamadır. sahici kişilerle külliyen alakası yoktur. böyle biline.
YanıtlaSil