18 Temmuz 2011 Pazartesi

ŞAİRİN ROMANI- şairin dönüşü- koku

Ne tuhaf! İnsanoğlunun yaşamda en geç keşfettiği şey şimdiki zamandı.

Bazen çok bilindik , çok klişe gibi duran cümleler insanın içindeki incecik bir tele asılıveriyor şöyle bir çekip geriye bırakıvermiş gibi. İnce bir ses çıkıyor buradan tınnnn! Rüzgarı ardına almış bu telin ete vurunca çıkardığı keskin acı sonra, akıl algılayınca da, pek bi az süre sonra unutacağını bile bile geçmiş dönem pişmanlıklarının ah'ını çekiyor.

Doğaya ilişkin, kanıksadığımızı sandığımız en tanıdık imgeler bile her an yepyeni bir mucizeyle yenilenebilir; yepyeni bir görünüş, derinlik ve anlam kazanır; herşey birdenbire yerkürenin var olduğu ilk günkü kadar taze ve kullanılmamış oluverirdi. Doğa hiç bıkkınlık vermiyor, hiç usandırmıyor, her seferinde şaşırtmayı sürdürüyordu.

Bir parçası olduğumuzdan mı, kendimizi zaman zaman talihsizce bir düşünceyle ayrı kıldığımızdan mı, bu doğayla sık sık yaşadığımız yeniden kavuşma gibi haller.

"İyi şiir doğa gibidir," derdi ilk ustası, "en çok kullanılan kelimelerle bile şaşırtmayı başarır."

"Pıt, diyen sesi dutun" demişti Sina, geliverdi aklıma. En sıradan görünen sözcüklerle yazılabilir evet iyi şiir. Tıpkı doğanın kendi şiirini kendisiyle yazdığı gibi. Havayla, suyla, ışıkla. Aman tanrım ışık deyiverdim ya, günde kaç kez kullandığımız, neler barındırıyor o kocaman geniş karnında.

Benim de fesleğen gölgesiyle ilgili bir derdim var bugünlerde, yazsam, yazabilsem.

"Şairlerin ortalığa hakim olacakları saatler herkesin uykuda olduğu saatlerdir," derdi. "Geceyarısından sonradır ve sabahın ilk saatleridir. Herkesin uykuda olduğu saatleri kullanırlar şairler. Çünkü zaman hırsızıdırlar. Başkalarının zamanlarını çalarlar. Yeryüzünün saklı zamanlarını kullanırlar. Herkesin ortak kullandığı saatlerde zaman zayıflar, güçsüz düşer. Çünkü paylaştırılmış, bölüştürülmüş, diri tutulmuştur; ışığın ve gölgenin oyunlarından mahrum bırakılmıştır; herşey çok aydınlıktır. Nesnelerin ve hayatın görünüşü çiğdir. Nesneler de gizlenir, esinler de...Kelimelerin yalnızca bir anlamı vardır gündelikte. Oysa, yerkürenin uykulu olduğu saatlerde doğa da, nesneler de kendilerini daha çabuk ele verirler. Zamanın daha som, günün daha zayıf olduğu saatleri kullan yeryüzüyle söyleşmek için. Sözcüklerin ilk günkü anıları en iyi öyle anımsanır, öyle anlaşılır."

Bu yüzden midir geceleri sevmemiz evvel ezelden? Hayat sezgiyle kavranan mıdır aslında öğrenilenden çok? Işığın ham olandan suni olana evrildiğinde bile kentler daha kana karışıcı olur benim için. Hikayeler koyu kıvamlı başka bir ses edinirler ya hani kendilerine, benim de bir hikayem varsa eğer karışıverir ya o bütünlüğe. "Yeryüzünün saklı zamanları" deyimiyle Bendag'ın öğretmeni mi kodlayacaktı bize sevdiğimiz zamanları?

Onca yıl sonra yurduna dönen bu kocamış Bilge Şair'i, karaya, göğe ve denize gözlerini yeni açmış şu şaşkın Karakuşu yavrusunun (Gemi Karşılayan) karşılamasında kaderin sevimli ve gizli bir şakasını buldu Bendag.

Böyle bir kuş var mı gerçekten, şairin adlandırmadaki ustalığı mı diye düşündüm, utandım sonra, vazgeçtim araştırmaktan da. Zaten her nesneye bir ad veren bir başka şair değil mi, sözcükleri seven bir heveskar, sıradan dedikleri bir gönül. Hem bizi karşılayan bazen bir kuru yaprak değil mi, gülümseten, gözümüzden kaçan bazen, şair olsak da, olamasak da.

"Bazı mahcubiyetler, gecikmiş olduklarından, sahiplerini daha da mahcup ederler," diye geçiriyordu içinden. " Benimki de öyle. Adını Bilge Şair'e çıkaran bir büyük macerayı, kocamış bir şairin yeni bir başlangıcı mahvedebilir. Değer mi buna?"
Bilmiyor.

Bir şair dostum altmışbeş yaşının şiirini merak ediyordu. Berk yaşlandığında, elini eteğini çektiğinde bazı şeylerden, kendini bulduğunu iddia etti. Ben de çok bakarım bu meseleye. Sağlıklıysak, iyiyizdir güncelde. Belli bir yaşın şiiri nedense bilgelik ve ustalıkla birlikte soğukluk çağrıştırır, genç yılların algı kapıları değişmiş, sabır yoğunlaşmıştır. Öfkesi olmayanın şiirine de inanmam pek. Artık nesnelerin ikinci yüzü görülebilir, imgelerin en okkalısı seçilip dizelere konumlandırılabilir.
 Ama nerde acemiliğin getirdiği  "güzel kusur," ya heyecan ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder