15 Eylül 2011 Perşembe

seni yeneceğim İstanbul ! ( yıldız) ne yapacaksan sessizce yap, sıkıldım...(İstanbul)

   Aşağılara doğru sonsuzcasına kıvrılıp giden bir yokuşun tepesindeyim. Yetmiyor o yokuşun tepesindeki en yüksek noktada, bir terasta. Boyu iki metreye yaklaşan bir ladin, Akdeniz'i anımsadan çift aşılı begovil ki hem beyaz hem morumsu çiçekli. Fesleğen, biberiye, sardunya, cenan, mercan eksik değil. Bir de en sosyetesinden orkide, mağrur beyaz çiçekleriyle katmerli.

   Karşıdaki apartmanın arkasına kısmet saklı üç katlı evin çatısında yaşı hayli geçkin bir hayırsız oğlan, kuşçu!

   Güvercinleri var, mecbur kalmadıkça girmiyor görüş menziline. Gün batmak üzere. Gökyüzü alavlere teslim. Komşu balkonlarda çay sefaları. Gün boyu kafamızı belleyen seyyar satıcı ses yükselticileri susmuş. Soğan, patatiz! Domateeez geldi, üç kilosu 5 liraya, salçalık kışlık domateeeez! Halılarınız, kilimleriniz (iç gıcıklayıcı bir kadın sesinden teybe alınmış) metresi bir liraya overloklanır!

   Tüm sesler kesildiğinde yankılanıyor zihinde en çok.

   Gündüz dişçi randevusu için Osmanbey'e gidilmiş. Ara dere bir yerde mekan keşfetme arzumuz nüksetmiş, Antik Kafe adlı bir yer bulmuşuz. Cafeyle, eskici arası bir mekan. İçerdeki herşey satılık, plastik çiçekler, el yazması hat levhalar, kapağı kırık otuz kırk yıllık şekerlikler, eski dergiler bir arada. Çayı şahane. Sahibi dünyaya geç gelmiş olmaktan yakınıyor. Kimbilir vaktiyle ne değerli objeleri üç otuz paraya satmak zorunda kaldı da "Şimdi internet var diyor, koyuyorsun şıp diye teklif geliyor." Ederini sorduğum hat levha gerçek değilmiş, öyle güzel eskitilmiş ki eski gibi duruyor. Ben orjinal peşinde ama ikisini ayırdedemiyen bir yandan, elli liralık fiyata bakarız diyorum, sonra.

   Oradan Taksim'e yürüyoruz, az yol değil. Hesapta sahaflar buluşmasına gidilecek. Her yıl yapılıyor İstanbul'da, bu ülkenin tüm sahafları katılıyor. Kolleksiyoncu değiliz, anlamayız, üstelik para da yok. Olsun, kitap kokusu yeterli deniliyor. Sonra Beyoğlu'nun sokaklarını görüyoruz. Mis Sokak, İmam Adnan. Dışarda tek bir masa yok. Yayaları düşünmüşlerdi ya kaldırırken, artık yaya bile geçmiyor o sokaklardan. Tuhaf bir görüntü.Miting meydanı gibi İstiklal Caddesi ve onu dik kesen bomboş sokaklar. Meraklısına diyeyim, kalkan yalnızca alkol masaları değil, daracık sokaklardaki kahveci mekanları da, hani buluşulup nefis Türk kahvesi içilen has kahve bile çay ocağına hapsedilmiş.

   İstiklal'de lüks görüntülü bir yer vardır. Tutku'yla imreniriz hep. Köşebaşı, cafeyle kitapçı arası. Ama bizim Yakın'a benzemez, şık kitap raflarıyla masalar iç içedir. Yan taraftaki masaları yerini eşiğe serilmiş film afişlerine terketmiş. Film afişlerinin üzerinde oturup sigara içmek de bi acıklı geldi nedense. Atlas sinemasının binası restore edlmiş, dünya markalarının satıldığı alışveriş merkezine dönüşmüş. Rüya sineması kapatılmış.

   Kuşçu oğlanın sesi geliyor. Fiiiiyuuut, huuuooo! Balkunun duvarındaki güvercin eşlik ediyor sese. Belli aralıklarla -ama çok sık değil- sürdürüyorlar göyüzüne ses salmayı. Yukarıda dört kuş. Baktığım yerden siyah görünüyorlar. İkisi dağınık uçuşlarda. Diğer ikisi birlikte, birbirine paralel dönüp duruyorlar. Ama ne dönmek, saatlerce. Biri kaçmak istiyor da sanki, diğeri iknada. Zaten kaçamıyor, gelemiyor, inemiyor aşağı. Bir aşk inadı gibi. İki arada bir derede, mağrur ve de çaresiz.

   Eh be kuş diyorum, kuşsun işte, iniver aşağı, aşk hazır, yem su hazır. Baktın sıkıldın uçar gidersin yine, seni tutamazlar ki.

   Elimde çay içen komşulara karşı seramik kupada bira.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder