23 Aralık 2009 Çarşamba

AĞAOĞLU'YLA ADALET GECESİ


Dün akşamüzeri Dilizi toplantısını Adalet Ağaoğlu'nun söyleşisinde değerlendirmeye karar verdik. 19.15 de kilisede noelle ilgili bir kokteyl ardından da müzik dinletisi vardı. Arkadaşlar özellikle Gönül, gitmek istiyordu. Bu yüzden kapıya yakın oturalım, ayrılması kolay olsun önerileri yapıldı. Gerçi ben sonuna dek izlemek taraftarıydım baştan da. Ama salondaki hiç kimse yerinden kalkamadı gittikçe uzayan söyleşide.

Ona seksenlerin başında yazdığım mektup, yanıtı. Benim yazdıklarını algılamam için on yıl yitirmem. Kaza geçirdiği gün Eren'le yaşadığımız öğleden sonra. Benim için ayrı bir önemi vardı zaten.

Adalet Hanım, tam seksen yaşında. Bu kadar olduğunu bilmiyordum doğrusu. Aydınlık yüzü, hayata duru ve net bakışıyla içimizi aydınlattı. Konu kitaplarda gezinti ve romanın coğrafyasıydı. Bizi Ölmeye Yatmak'taki Ankara'dan, bir yol romanı olan Fikrimin ince gülü'ne, Yazsonu'ndaki Antalya'ya, Romantik bir Viyana Yazı'nda Viyana'ya, Ruh Üşümesi'deki mekansızlığa taşıdı. Salondaki bazen yarı yaşındaki insanların saçma ve niyeti belli sorularıyla zarif ama kararlı başa çıkarken izledim onu. Elif Şafak ve Gül'ün yemeği soruldu elbet. Bizim itirazlarımıza rağmen açık ve net yanıtladı.

Ve sonra yemek. Mülkiyeliler Lokali'nde. Beyaz şarap içti, yorgunluğuna rağmen kimseyi kırmamaya çalıştı. Yemeğe katılmayıp ellerinde yeni aldıkları kitaplarla vapura yetişeceğiz telaşının arasına imza sıkıştırmaya çalışan - çok düşünceli bayanları- bile. Çatalını bırakıp kitapları imzaladı.

Gece sohbet imkanımız oldu. Uzun konuştuk. Bana birşey verdi, kimseye vermemem kaydıyla. İçim doldu.

Sevgili Adalet Hanım, o küçük kağıtla birlikte ardında ne bıraktığını biliyor muydu acaba? Dolu ve özenli geçirilmiş bir hayata duyduğum saygıyı, bu yaşta bile akılla, çalışmayla, dünyaya bakışıyla ördüğü güzelliği, benim tüm bu dağınıklık savrukluk ve pek sık mutsuzluğa yürüyen hallerimden duyuverdiğim utancı biliyor muydu?

Yaşamın en çok da verili olanın insanı yorduğu elbet gerçek. Ah ve of çekmekten vazgeçip çizdiğimiz yolda bir karınca gibi çalışkan olmak. Beynimizin nöronlarını hadi bakalım diyerek ayakta tutmak. Gaz vermeden, gaza gelmeden, kendimizde bir dünya, dünyada bir toz zerresi olduğumuzu unutmadan üreterek yaşamak.

Sevgili üstad, güzel gözlerinizden, sözlerinizden öpüyorum. İçime yeniden umut kattınız, böyle de olabiliri hatırlattınız.

Ne diyeyim başka, hayatınıza imrendim. Darısı bizim gibi gecikmişlere!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder